• BIST 11311.31
  • Altın 5897.703
  • Dolar 42.6861
  • Euro 50.1507
  • İstanbul 11 °C
  • Ankara 3 °C
  • Antalya 6 °C

En pahalı tablo

Fikri Türkel

Bir tabloya 236 milyon dolar verirken aslında neyi satın alıyoruz?

Küresel sanat piyasasının kulisleri, rekor tabloların görünmeyen hikâyeleri ve yarının mezatları üzerine bir not…

New York’ta bir salon. Duvarlarda sessizce ışıldayan tablolar, koltuklarda dünyanın servet haritasını elinde tutan birkaç yüz insan. Müzayedeci çekiç kaldırıyor, rakamlar 100 milyon doları çoktan geçmiş. Son vuruş yapıldığında ekranda şu sayı yanıyor: 236,4 milyon dolar.

Satın alınan şey nedir?

Bir parça tuval ve boya mı?

Yoksa bir yüzyılın acısı, bir imparatorluğun sonu, bir ailenin yok oluş ve kurtuluş hikâyesi mi?

Bu kez başrolde Gustav Klimt’in “Elisabeth Lederer’in Portresi” var. Sadece “tarihin en pahalı ikinci sanat eseri” olarak kayda geçmiyor; aynı zamanda 20. yüzyılın karanlık dönemine açılan bir hafıza penceresi olarak da duvarlara asılıyor.

Bir Tablonun Faturasından Uzun Hikâyesi

Klimt, 1914–1916 yılları arasında Viyana’nın zengin Yahudi ailelerinden Lederer’lerin kızı Elisabeth’i resmediyor. Beyaz bir imparatorluk Çin cübbesi, arka planda Doğu Asya’dan esinli motifler, Botticelli’nin “Venüs’ün Doğuşu”nu hatırlatan mitolojik bir aura…

Sanat tarihçileri bu tabloyu, Klimt’in “Altın Dönemi”nden çıkarak daha psikolojik, daha ekspresyonist bir üsluba geçtiği eşik olarak görüyor. Ama asıl hikâye tuvalin üzerinde değil, tuvalin etrafında yaşanıyor.

1938’de Avusturya ilhak edildiğinde, Lederer ailesinin koleksiyonu Naziler tarafından yağmalanıyor. Birçok Klimt işi, savaşın son günlerinde “Müttefiklerin eline geçmesin” diye yakılan depo yangınlarında yok oluyor. Elisabeth’in portresi ise mucizevi şekilde hayatta kalıyor.

Bir mucize daha var:

Toplama kampına gönderilme tehdidi altındaki Elisabeth, hayatta kalmak için “biyolojiyi” yeniden yazıyor. İddiaya göre, Yahudi olmadığını, Klimt’in gayrimeşru kızı olduğunu öne sürüyor. Annesi bu iddiayı yeminli beyanla destekliyor. Eski kayınbiraderi olan üst düzey bir Nazi yetkilisi de bu hikâyeye “resmiyet” kazandırıyor. Böylece Elisabeth, 1944’te hastalıktan ölene kadar Viyana’da kalabiliyor.

Bugün milyar dolarlık bir salonda açık artırmaya çıkan portreye biraz yakından bakarsanız, Klimt’in cübbeye yerleştirdiği organik, hücresel formları görürsünüz. Sanat tarihçileri bunun, sanatçının gençlik yıllarında dinlediği anatomi ve hücre teorisi derslerinin izleri olduğunu yazıyor.

Soy, biyoloji ve mitoloji bir araya geliyor.

Bir kadının soyundan ötürü öldürülebileceği bir çağda, kurtuluşunun da “yeniden kurgulanmış” soyuna bağlanması…

Sotheby’s salonunda çekiç indiğinde, duvarda asılı duran şey sadece bir portre değil: Bir asrın etik, politik ve biyolojik paradoksu.

O yüzden 236 milyon dolarlık rakam, aslında sadece bir fiyat değil; tarihle aramızdaki mesafenin ölçüsü.

En Pahalılar Kulübü

Klimt’in bu son rekoru, sanat tarihinin “en pahalı eserler” ligine dramatik bir giriş. Zirvede hâlâ Leonardo da Vinci’nin “Salvator Mundi”si var: 2017’de Christie’s’de 450 milyon dolar. Bu tablo da başka bir tartışmanın simgesi; uzmanların bir kısmı hâlâ tablonun ne kadarının gerçekten Leonardo fırçası olduğunu tartışıyor.

Onun hemen arkasında, artık Klimt’in Elisabeth’i duruyor. Devamında ise şöyle bir liste uzanıyor:

. Willem de Kooning – “Interchange”: 2015’te 300 milyon dolar civarında bir özel satışla el değiştiriyor. Alıcısı: Amerikan finans dünyasının ağır isimlerinden Kenneth C. Griffin.

. Paul Cézanne – “The Card Players”: 2011’de Katar Kraliyet Ailesi yaklaşık 250 milyon dolar ödüyor. Modern sanatın “kurucu babalarından” birini, Körfez sermayesinin baş tacı yapıyor.

. Jackson Pollock – “No. 17A”: 2015’te yine Griffin’e giden bir başka rekor – yaklaşık 200 milyon dolar.

. Andy Warhol – “Shot Sage Blue Marilyn”: 2022’de 195 milyon dolarla 20. yüzyıl modern sanat rekorunu kırdı. Marilyn’in yüzü artık pop kültürün değil, ultra-zenginler liginde portföy çeşitliliğinin simgesi.

. Rembrandt – “The Standard Bearer”: 2022’de Hollanda devleti, bu otoportreyi yaklaşık 198 milyon dolara alıp ulusal mirasa geri getiriyor.

. Pablo Picasso – “Les Femmes d’Alger (Version O)”: 2015 Christie’s müzayedesinde 179,4 milyon dolar. Kübizm, Wall Street’le iyice tanıştırılıyor.

. Amedeo Modigliani – “Nu Couché” ve diğer nü tabloları: 170 milyon dolar bandını aşıp, çıplak bedenin değerine yeni bir “borsa” açıyor.

Bu listeyi daha da uzatmak mümkün. Ama aslında tablo değişmiyor:

Her bir eser, bir yandan sanat tarihini, diğer yandan küresel servet coğrafyasını okuduğumuz bir haritaya dönüşmüş durumda.

65 Milyar Dolarlık Sessiz Ekonomi

Art Basel ve UBS’in son raporlarına göre, küresel sanat piyasasının yıllık hacmi 65 milyar dolar civarında. Küçük bir ülkenin ihracatı, ciddi bir sektörün cirosu…

Pazarın motoru hâlâ ABD. Yaklaşık %40–45’lik payla lider. Arkasından Çin ve Birleşik Krallık geliyor. Paris yeniden yükselişte; Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri de “yeni Louvre, yeni Tate” kurma iştahıyla sahneye çıkmış durumda.

İlginç olan, bu 65 milyar doların hepsinin mermer salonlarda, kristal avizelerin altında el değiştirmemesi. Raporlar diyor ki: Online sanat satışları artık 10–12 milyar dolar bandında, yani toplam pazarın yaklaşık beşte biri. NFT ve dijital sanat balonu 2021’de zirve yaptı, sonra söndü; ama hâlâ milyar dolarlık bir alt segment olarak yaşıyor.

Bir başka deyişle, Picasso ile “profil fotoğrafı NFT’si” aynı raporun içinde yan yana duruyor.

Bu size garip geliyorsa, haklısınız. Ama sermaye dünyasının mantığı basit: Varlık sınıfı olan her şey bir gün portföye girer. Gayrimenkul girdi, spor kulüpleri girdi, lig yayın hakları girdi, neden sanat ve dijital sanat girmesin?

Koleksiyoner Psikolojisi

Bu rekor fiyatların arkasında birkaç yüz, belki birkaç bin isim var. Onların bir kısmını biliyoruz: Kenneth C. Griffin (hedge fon milyarderi), Liu Yiqian (eski taksi şoförü, Çinli milyarder koleksiyoner) ve Estée Lauder ailesi, Rockefeller’lar, Katarlı ve Emirlikli hanedanlar…

Başka bir kısmını ise asla öğrenemiyoruz; arka odalarda, avukatlar ve danışmanların gölgesinde, “anonim” şirketler üzerinden, vergi ve miras planlamasıyla yürüyen alımlar…

Koleksiyoner psikolojisi üç katmanda işliyor:

1.Statü ve prestij: “Dünyanın en pahalı Klimt’i bende” cümlesi, Forbes listesindeki sıralamanızdan daha etkili bir tanıtım cümlesi hâline gelebiliyor.

2.Varlık park yeri: Yüksek enflasyon, jeopolitik gerilimler ve finansal baskılar döneminde, taşınabilir ve zaman içinde değer kazanan bir “servet kasası” arayışı… Tıpkı Londra gayrimenkulü, İsviçre bankası, Dubai gökdeleni gibi.

3.Hikâye sahipliği: Her tablo, heykel veya obje bir hikâye taşıyor. Klimt’in Elisabeth’i ya da Nazilerden kurtulan başka eserler… Koleksiyoner, yalnızca eseri değil, hikâyeyi, hafızayı, hatta “ahlaki bir pozisyonu” da satın almış oluyor.

Kulislerde konuşulan şu: “Sanat eserine sahip olmak, artık sadece yatırım değil; algı yönetimi.”

Müzenize ya da özel koleksiyonunuza koyduğunuz bir eser, ülkenizin imajına, markanızın konumuna, hatta kişisel itibarınıza eklenmiş bir cümle gibi okunuyor.

Piyasanın Yönü

Bugünün rakamları, yarının eğilimlerini de fısıldıyor. Büyük raporlar şuna işaret ediyor:

Genç sanatçılar (NextGen): 1975 sonrası doğumlu sanatçılara ilgi, ekonomik dalgalanmalara rağmen yüksek. Uzmanların önemli bir kısmı bu segmentin yeniden yükselişe geçeceğini düşünüyor.

Kadın sanatçılar ve sürrealistler: Son yıllarda özellikle kadın sürrealistlere yönelik ilgi, yüzlerce yüzde artmış durumda. Uzun yıllar erkek isimler üzerinden yazılan sanat kanonu, yavaş yavaş yeniden yazılıyor.

Coğrafyanın kayması: New York–Londra–Paris eksenine Hong Kong, Şanghay, Seul, Doha, Dubai gibi merkezler eklendi. Bienaller, fuarlar, museum-district projeleri, kültürü yeni bir “yumuşak güç” aracı hâline getiriyor.

Dijital & Web3: NFT balonu sönmüş olsa da, blokzincir üzerinde sertifikalanmış sanat eserleri, fraksiyonel (parçalı) sahiplik modelleri, sanal müzeler ve metaverse sergileri, orta gelirli koleksiyonerler için yeni giriş kapıları açıyor.

Ve tabii arkada bir başka dalga var: Yapay zekâ (AI).

AI destekli sanat üretimi, bir yandan “bu sanat mı, değil mi?” tartışmasına yol açarken, diğer yandan klasik eserlerin dijital ikizlerini, veri tabanlarını, sahtecilik analizini ve fiyat tahmini modellerini dönüştürüyor.

Bugün müzayede evlerinin arka ofislerinde, geçmiş yüz binlerce satış verisini işleyip “hangi sanatçı, hangi tarz, hangi ölçüde ne fiyat yapar?” sorusuna yanıt arayan algoritmalar çalışıyor.

Belki de yakın gelecekte şu cümleyi duyacağız: “Bu fiyatı mızrak uçlu koleksiyoner değil, makine öğrenmesi belirledi.”

Yarın Hangi Eserler Mezatı Titretecek?

Sanat piyasasında her sezon şu soru dolaşır: “Bir sonraki rekoru hangi eser kıracak?”

Bugünden isim vermek zor. Ama bazı dosyalar sürekli kulislerde: Özel koleksiyonlarda bekleyen, hiç müzayedeye çıkmamış Monet, Rothko, Picasso, Bacon tabloları… Eski aristokrat ailelerin kasalarında unutulmuş, sigorta bile yapılmamış olası “kayıp başyapıtlar”… Bazı müzelerin, finansal baskılar nedeniyle uzun vadede koleksiyonlarının küçük bir kısmını satışa çıkarması ihtimali…

Şunu biliyoruz: Sanat piyasasının büyüklüğü 65–70 milyar dolar bandına yerleşirse, 1 milyar dolarlık tek bir tablonun mezata çıkması sadece duygusal değil, istatistiksel olarak da mümkün hale geliyor.

Bugün 450 milyon dolarlık “Salvator Mundi”yi konuşuyoruz. Yarın “ilk 1 milyar dolarlık tablo” manşetini okumamız muhtemel.

Bu bize şunu gösterecek: Sadece sanatın değeri değil, servetin yoğunluğu de tarihsel olarak eşi görülmemiş bir noktaya varmış.

Bu Hikâyeden Ne Öğrenmeli?

Bütün bu rakamlar, rekorlar ve kulisler arasında şu soruyu sormadan geçemeyiz:

Bir tabloya verilen rekor fiyat, insanlığın estetik seviyesini mi, yoksa sermayenin yoğunluğunu mu gösterir?

Doğru cevap muhtemelen ikisini de içeriyor.

Evet, bu eserler tarihin en güçlü estetik, teknik ve anlatısal ürünleri. Ama aynı zamanda finansal sistemin, vergi rejimlerinin, offshore yapıların, statü oyunlarının da birer aracı.

Sanat tarihi bize şunu öğretiyor: Bir dönem Floransa bankerlerinin sipariş ettiği tablolar, Rönesans’ın vitrini olmuştu… Bugün Wall Street, Körfez fonları, Asya milyarderleri ve global markalar aynı rolü oynuyor.

Belki de çağımızın sorusu şu: “Biz bu kez servetimizi hangi hikâyeye bağlayacağız?”

Bir ülkenin gerçek zenginliği bazen kasasındaki altınla değil, duvarlarındaki tabloların çeşitliliğiyle ve onları kamuyla ne kadar paylaştığıyla ölçülür. Sanat eseri, yalnızca koleksiyoneri değil, kenti, ülkeyi, hatta çağı temsil eder.

Sonuçta, Klimt’in Elisabeth’i bugün New York’ta rekor kırarken, Viyana’da yanan depoları, yok olan tabloları ve sırf kimliği nedeniyle öldürülen binlerce “isimsiz portreyi” de hatırlatıyor.

Belki de asıl soru şudur: Biz hangi tabloları, hangi hikâyeleri, hangi yüzleri gelecek yüzyıla taşıyacağız?

Çekiç salonlarda çoktan indi. Asıl mezat, hafızamızın içinde devam ediyor…

Bu yazı toplam 1047 defa okunmuştur.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2005 Türkiye Turizm | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.