EKONOMİYE BAKIŞ
İSTANBUL-Türk özel sektörünün en fazla borcunun bulunduğu ülke 21.6 milyar dolarla İngiltere oldu. Merkez Bankası verilerinden yapılan hesaplamalara göre, Ağustos ayı itibariyle Türk özel sektörünün uzun vadeli en fazla kredi borcunun bulunduğu ülke 21.6 milyar dolarla İngiltere olurken, ikinci sırada 17.8 milyar dolarla Almanya, üçüncü sırada ise 17 milyar dolarla ABD yer aldı.
ABD'yi 14.3 milyar dolarla Hollanda, 12.5 milyar dolarla Bahreyn, 10.5 milyar dolarla Lüksemburg, 7 milyar dolarla Fransa, 5.7 milyar dolarla Avusturya ve 3.2 milyar dolarla Belçika izledi.
EN FAZLA BORÇ AVRUPA'YA
Özel sektörün Avrupa ülkelerinden aldığı toplam borç 95.2 milyar dolar olarak hesaplandı. Bunu 23.4 milyar dolarla Asya ülkeleri, 19.2 milyar dolarla Amerika kıtasındaki ülkeler, 103 milyon dolarla Afrika ülkeleri, 97 milyon dolarla Okyanusya ve kutup bölgeleri takip etti.
Borcun alacaklıya göre dağılımına bakıldığında ise söz konusu borcun, 15.9 milyar doları hükümet kuruluşları, uluslararası kuruluşlar, Avrupa Yatırım Bankası, Avrupa Konseyi Kalkınma Bankası, İslam Kalkınma Bankası, Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası gibi kuruluşlardan sağlandı. 26.9 milyar doları tahvil alacaklılarından, geri kalan 122.2 milyar doları da özel alacaklılardan oluştu.
Özel sektörün yurt dışından sağladığı uzun vadeli kredi borcunun alacaklı ülke dağılımı ve dolar bazında tutarı şöyle:
YENI HAFTADA DIKKATLER ENFLASYON VERILERINDE OLACAK
WSJ’ye göre Yeni haftada dikkatler enflasyon verilerinde olacak , Fed ve Avrupa Merkez Bankası’ndan gelen açıklamalar ile hareketlenen piyasalarda 10 Kasım haftasında dikkatler ABD’den gelecek veriler ile birlikte Avrupa’nın enflasyon rakamlarında olacak.
Perşembe günü Avrupa ülkeleri enflasyon rakamlarını açıklayacak. Türkiye’nin enflasyon verisi ise Cuma günü gelecek. Aynı gün Euro Bölgesi’nin TÜFE ve ÜFE verilerini bekleyecek olan yatırımcılar için özellikle Perşembe günü ABD’den gelecek veriler de dikkatle takip edilecek.
UCUZLAYAN PETROL EN ÇOK HAVAYOLLARıNA YARıYOR
Düşen petrol fiyatları ABD’deki havayolları, otomobil üreticileri ve hatta hububat çiftçileri için iyi bir haber ancak fiyatların düşmeye devam etmesi Amerikan şirketlerinin bazıları için riskler taşıyor.
Geçen son dört ay içerisinde yaklaşık yüzde 25 düşen ham petrol fiyatları Salı günü New York piyasalarında varil başına 77,19 dolarla son üç yılın en düşük seviyesini görmüştü. Cuma günü ise fiyatlar bir miktar artış kaydederek 78,65 doları gördü.
Fiyatlardaki düşüş son yıllarda büyüyen ABD petrol endüstrisinde sıkıntılara yol açarken enerji sektörüne yönelik imalat yapanları da zor duruma sokuyor. Ancak gerileyen fiyatlar diğer yandan ulaştırma şirketleri ve tüketicilerin ödedikleri faturaların rakamlarını da düşürüyor.
Muhtemel bu durumdan en fazla yarar sağlayan endüstri havayolları. Yakıt ABD havayolu şirketlerinin ilk sırada yer alan harcamaları durumunda. Bu şirketler geçen yıl yakıt için toplamda 51 milyar dolar harcadı.
Sektörün öncü grubu Airlines for America galon başına yaşanan her bir sentlik değişimin şu anki tüketim oranı dikkate alındığında ABD’deki bu endüstrisi için aşağı yukarı 190 milyon dolara denk geldiğini belirtiyor.
DAVUTOĞLU’NDAN IŞADAMLARINA: HEDEFİNİZİ KÜÇÜK TUTUN
Davutoğlu, Lütfi Kırdar Kongre Merkezi'nde düzenlenen Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) Genel Kurulu'ndaki konuşmasında, yeni Türkiye'de devletin görevinin, iş adamlarının önünüzü açmak olduğunu belirterek, "Ama size şunu söylemek; 'Ölçeğinizi küçük tutmayacaksınız.' Şirketler ölçeklerini küçük tutarlarsa zihniyet olarak hedeflerini küçük tutarlarsa ülke siyasetçileri ne kadar büyük hedeflerden bahsederlerse bahsetsinler o hedeflere ulaşılmaz" dedi.
Davutoğlu, Lütfi Kırdar Kongre Merkezi'nde düzenlenen Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) Genel Kurulu'ndaki konuşmasında, küresel ekonomik krizden, Avrupa içinde yaşanan krizlerden sonra her kurum, her devlet ve her uluslararası organizasyonun kendisini yeniden yapılandırdığını, G20 içinde de yeniden yapılanmaya yönelik istişareler bulunduğunu anlattı.
Davutoğlu, vizyonu, yönetme kabiliyeti ve siyasi istikrarı olan ülkelerin yükseldiğini dile getirerek, vizyonu olmayan ancak siyasi yönetme kabiliyeti bulunan ülkelerin yerinde saydığını, durumu idare etmeye çalıştığını, vizyonu ve yönetme kabiliyeti olmayan ülkelerin ise düşüşe geçtiğini, ekonomik kaynakların tarumar edildiğini ve 20-30 yıl öncesindeki üretim kapasitesini bile yitirdiğini söyledi.
Türkiye'nin farkını, "Son 12 yılda vizyonu olan, kararlılıkla bu vizyonu yürütmeye ve o vizyona ulaşmaya çalışan bir yönetimin etkin siyasi istikrarlılığının sürmesi" şeklinde açıklayan Davutoğlu, şöyle devam etti:
"Bütün iş adamlarımız herhalde 90'lı yılları hatırlar. 90'lı yıllarda dünyada ekonomi büyüyordu, genişliyordu. Dünyada toplam gayri safi milli hasılanın son 100 yıl içinde en geniş alana yayıldığı, ölçeklerin büyüdüğü 10 yıldan biridir 90'lı yıllar. Dünya ekonomisinin geliştiği bu dönemde, Türk ekonomisi büyümediği gibi birkaç kriz de yaşayarak büyük ölçüde geriye doğru gidişi zor durdurabildi. 1994, 1999, 2001 krizlerini hep hatırlarız. Son 12 yılda dünya ekonomisi küçülüyor; birçok eski korumacı tedbirlerle ülkeler kendilerini birtakım çemberlerin içine almaya çalışıyorlar veya yeni ortaklıklarla alanı büyütmeye çalışıyorlar ki bu tıkanıklık aşılabilsin. Ama Türkiye istikrarlı bir şekilde yoluna devam ediyor. Burada siyasi istikrarla ekonomi politik yapısal dönüşüm ve ekonomik refah arasında doğrudan bir ilişki var. Bunu fark etmemiz lazım."
ZEYBEKCI: BLOKLARıN DıŞıNDA KALMAYı KABUL ETMIYORUZ
Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci, ABD ve AB'nin, Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı ile bir araya geldiğini, ABD'nin Japonya'dan Yeni Zelanda'ya kadar 16 Asya Pasifik ülkesi ile yeni bir ticaret ve yatırım ortaklığı oluşturacağını belirterek, "Dünya ticaretinin 3'te 2'sinden fazlası 2 ayrı blok ile ama organik bir bağda yer alacak. Biz Türkiye olarak bu blokların dışında kalmayı asla kabul etmiyoruz" dedi.
Bakan Zeybekci, ticaretin yeniden yapılanan, küresel ekonomide ve ülkelerin kalkınmalarında her zaman olduğundan daha belirleyici hale geldiğini ifade ederek, ticaretin, kalkınmanın ana unsuru olduğunu, orta sınıfı güçlendirerek istihdamı ve büyümeyi tek başına yüklenmeye başladığını söyledi.
Zeybekci, iş dünyasının hükümetler, devletler, ülkelerin dış politikalarıyla iç içe geçmiş yeni bir misyona, vizyona, yapıya kavuşmasının önemine işaret ederek, "Yeni süreçte DEİK'e de büyük görevler düşüyor. Bu dönemde DEİK ile devletimizin, hükümetimizin, milletimizin dış politika, ekonomik politikalarla uyum içinde olması ve bir hedefe hep beraber kenetlenmesi için yeni yapılanma yaşadık. Bu yeni yapılanmalardan asla geri gitmesi söz konusu değildir" diye konuştu.
İSPANYA PRENSESI VERGI KAÇAKÇıLıĞıNDAN YARGıLANACAK
İspanya mahkemesi, Prenses Cristina hakkında vergi kaçakçılığı yaptığı suçlamasıyla dava açılmasına karar verdi. Mahkeme, Prenses Cristina hakkındaki kara para aklama suçlamalarının düşürülmesine hükmetti.
Ancak Palma de Mallorca Yüksek Mahkemesi, Prenses Cristina hakkında vergi kaçakçılığı yaptığı suçlamasıyla dava açılmasına karar verdi.
Kral 4. Felipe'nin kızkardeşi Prenses Cristina hakkındaki suçlamalar, eşi Inaki Urdangarin'in iş bağlantılarından kaynaklanıyor.
İspanya'da birçok kişi Kraliyet Ailesi'nin art arda karıştığı skandalların ardından monarşiye güvenini kaybetmiş durumda.
TÜRKİYE’NIN ORTADOĞU’DAKI ETKİSİ AZALIYOR
WSJ editor Yaroslav Trofimov yorum haberinde Türkiye’nin Ortadoğu’daki etkisinin azaldığını yazdı. Yaroslav Trofimov’un yazısı şöyle:
Çok da uzun zaman önce değildi ki Türkiye, Arap Baharı ve sonrasında yükselen dost İslami rejimlerle içerisinde olduğu iyi ilişkiler ve Recep Tayyip Erdoğan’ın hangi Arap toprağına basarsa bassın coşkulu bir kalabalık tarafından karşılanmasıyla Ortadoğu’nun doğal bir lideri gibi davranıyordu.
Şimdi tam da ABD’nin Irak, Suriye ve diğer bölgelerde IŞİD’e karşı Türkiye’nin yardımına en çok ihtiyaç duyduğu bir dönemde Ankara’nın bölgesel etkisi yeni bir düşük noktaya indi.
Siyasi İslam’ın çekiciliğini olduğundan daha fazla büyüten hırslı politikalar ve Ortadoğu’nun eski siyasi düzenini yanlış hesaplamak Türkiye’nin bölgenin çoğunluğunda yalnız kalmasına neden oldu. Iraklı Kürtler dışında Ortadoğu’da Ankara ile iyi ilişki içerisinde olan bir hükümet daha bulmak zor.
Türkiye’nin NATO, Birleşmiş Milletler ve Yunanistan büyükelçiliğini yapan emekli diplomat Ümit Pamir, “Komşularımızla sıfır sorunun olduğu bir politikadan geliyoruz ve şimdi neredeyse herkesle bir problemimiz var” ifadelerini kullandı.
Türkiye’nin bölgenin diğer önemli güçleri Mısır ve İsrail ile olan ilişkileri öyle kötü bir noktadaki Ankara’nın iki ülkede de büyükelçisi bulunmuyor. Suriye’deki rejimin değişmesi için gösterilen ısrar aynı zamanda İran ile de iyi ilişkilerin oluşmasının önüne geçiyor. Şii liderliğindeki Bağdat, Türkiye’nin Irak Kürdistanı’na uzanmasına şüpheyle yaklaşırken, Suudi Arabistan ve diğer Körfez monarşileri Türkiye’nin bölgedeki Müslüman Kardeşler dizaynına verdiği destekten rahatsızlık duyuyorlar. Eskiden Türkiye’nin dış politikasına destek olan Katar bile artık diğer Körfez ülkelerine daha yakın duruyor.
Bölgede bir lider haline gelerek Ortadoğu’daki ülkelere demokrasi ve refahın yolun göstereceğine Türkiye, İslami militanlıktan mezhep çatışmalarına ve ölümcül sokak çatışmalarına kadar bölgede yayılan sorunları idare etmekte zorluklar yaşıyor.
Türk yetkililer 2 milyon Suriyeli mülteciyi milyarlarca dolar maliyetle topraklarından içeri aldıklarının altını çiziyorlar. Yetkililer Beşar Esad’ın gerçekleştirdiği katliamlar ve Batı’nın buna karşı harekete geçmekteki isteksizliğinin IŞİD’in yükselmesine neden olduğunu ve Türkiye’nin Şam’da rejim değişikliği için bastırmasına yol açtığını dile getiriyorlar.
Fakat Esad’ın dirençli çıkmasıyla beraber Erdoğan’ın Şam’da hızlı bir rejim değişikliğine dair riskli girişimi Ankara’yı sayılı seçeneklerle baş başa bıraktı. Türkiye, içinde kendisi tarafından uzun süredir düşman olarak görülen Kürt güçlere yardım etmenin de bulunduğu ABD’nin IŞİD ile mücadele projesi çerçevesinde ABD ile gittikçe ters düşüyor.
İstanbul’da Edam düşünce kuruluşunun sahibi ve Carnegie Europe kuruluşunda ziyaretçi akademisyen olarak bulunan eski diplomat Sinan Ülgen, “Geleneksel olarak bakıldığında Türkiye’nin dış politikası müdahaleci olmayan, dikkatli, statüko merkezli olmuştur. Bir komşunun rejimini değiştirmeye yönelik bir politikayı adapte etmek ise bundan çok ani bir değişiklik oldu” ifadelerini kullandı.
Türkiye’nin bölgede azalan etkisi aynı zamanda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi için bu ay gerçekleştirilen koltuk yarışında da görüldü. 2008 yılında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine 151 ülkenin oyuyla rahat bir şekilde seçilen Türkiye, Başbakan Ahmet Davutoğlu’ndan gelen güven dolu mesajlara rağmen bu sefer yalnızca 60 oy aldı ve kısmen Mısır ve Suudi Arabistan’ın da lobilerinden dolayı koltuğu İspanya’ya kaptırdı.
Türkiye’nin bölgesel gelişmelere yaklaşımını yeniden gözden geçirdiğine dair herhangi bir gösterge şu an için yok.
AKP’nin dış ilişkilerden sorumlu başkan yardımcısı Yasin Aktay, “Bizim bir anda ne tür hataları itiraf etmemiz bekleniyor? Türkiye’nin hatası, eğer bu bir hatası, onun bir demokrasi olmasıdır. Türkiye’nin hatası, eğer bu bir hataysa, insan hakları için bir duruş sergilemesidir. Hiç kimse Türkiye’yi izole edemez. Fakat şu anda bölgede demokratik olmayan süreçlerle çevrilmiş durumdayız ve bu da yalnızca Türkiye’yi değil bütün bölgeyi çok tehlikeli yapıyor” dedi.
Türkiye’nin dışarıdaki etkinliğine darbe vuran etkenlerden bir tanesi ise kendi demokrasisinin eskiden olduğu kadar çekici görünmemesi. 2013 yılında Gezi Parkı’ndaki göstericilere yönelik yapılan operasyonlar, interneti sansürlemeye yönelik adımlar ve Erdoğan’ın kendisine yakın isimleri rüşvet operasyonundan korumaya dair attığı adımlar Türkiye’nin bölgedeki imajını sarstı.
Birleşik Arap Emirlikleri Üniversitesi’nde siyasal bilimler profesörü olan Abdulkhaleq Abdullah, “Türkiye bir süredir bir model olarak ele alınıyordu ama Arap Baharı’nın sonrasındaki dönem Türkiye’nin bu imajının tamamen sarsılmasına neden oldu. Öncelikle Türkiye bir taraf tuttu; İslamcılar ve Müslüman Kardeşler’in tarafı. Daha sonra, Erdoğan bir çeşit diktatör gibi hareket ediyor, özgürlüklere ve gösterilere müdahale ediyor. Arap dünyasının liberalleri artık Türkiye’yi bir model olarak ele almıyor” ifadelerini kullandı.
Tabii ki modern bir ekonomi, NATO’nun en büyük ikinci ordusu ve stratejik pozisyonuyla Türkiye hala kritik bir güç halinde.
Washington’da bulunan Atlantic Council başkan yardımcısı ve eski ABD Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone, Türkiye hakkında “Etkili ve önemliler, ve ne dedikleri ABD için her zaman önemli olacak. Yanlış tahminler yaparken yalnız değillerdi” ifadelerini kullandı.
Türk yetkililer her ne olursa olsun Ortadoğu hükümetlerinden çok halklarından gelen desteğin asıl önemli olan şey olduğunu söylüyorlar.
AKP’nin demokrasi konularına yoğunlaşan üst düzey yetkililerinden Osman Can, “Türkiye için Ortadoğu çok önemli ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesi de çok önemli. Umudumuz devam ediyor. Ortadoğu’nun insanlarıyla, rejimleriyle değil, iyi ilişkiler geliştirebiliriz” dedi.
Türkiye’nin 2009 yılında bölgeye yönelik yaptığı açılım gayet mantıklı olmakla beraber ABD tarafından da memnuniyetler karşılanmıştı. Vizelere yönelik sınırlamaları kaldıran Türkiye bölgenin en büyük turizm ve alışveriş merkezi haline gelirken, insanlar arasındaki bağların kuvvetlendirilmesiyle inşaat kontratlarından televizyon dizilerine birçok şey bölge çapında daha yaygın hale geldi. Zamanın Dışişleri Bakanı olan Davutoğlu ise bu açılımın mimarı olmuştu.
Bazı Türk analistlere göre ilk uyarı sinyalleri 2009 yılında o zamanın Başbakanı ve şimdinin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İsviçre’nin Davos kentinde gerçekleşen zirveden dönüşünde bir kahraman gibi karşılanması üzerine gelmişti. Erdoğan Davos’ta herkesin önünde İsrail Cumhurbaşkanı’nı küçük düşürerek yakın bir güvenlik ilişkisini öldüren bir politika değişikliğinin ortaya çıkmasının önünü hazırlamıştı.
Kadir Has Üniversitesi’nde uluslararası ilişkiler dersi veren Türk köşe yazarı Soli Özel, “İsrail’i yerden yere vurmak siyasi olarak o kadar işe yaradı ki dış politika bir siyasi sermaye toplama aracı haline geldi. Ve şimdi bundan dolayı köşeye sıkışmış durumdalar” yorumunu yaptı.
Arap rejimlerinin yıkılmaya başladığı 2011 yılında Türkiye iktidara gelmek isteyen İslami partilere açık bir müttefik olmuştu. Bu doğal bir seçimdi: Erdoğan’ın kendisi bir dönem İslami bir şiir okuduğu için hapse atılmıştı ve Erdoğan’ın AK Partisi uzun bir süre demokratik kurumların ordu ve güvenlik kurumlarına olan üstünlüğünü kabul ettirebilmek için uğraş vermişti.
Her şey doğru yolda gidiyormuş gibi görünüyordu. Müslüman Kardeşler’in lideri Muhammed Mursi 2012 yılında Mısır’ın başkanı olarak seçilmişti.
İslami Nahda partisi Tunus’ta yeni hükümetin kontrolünü ele almıştı. Müslüman Kardeşler öncülüğündeki siyasetçiler Yemen ve Libya’da ilerleme kaydetmişlerdi ve en önemlisi birçoğunun Müslüman Kardeşler ile bağlantısı olan isyancıların Suriye rejimini de devirmeye yakın olduğu görüntüsü oluşmuştu. Öyle görünüyordu ki Ortadoğu bir daha hiçbir zaman aynı olmayacaktı.
Arap devletinin içinde bulunduğu devlet düzeninin artık yok olacağına inanan Türkiye, Arap liderlerinin üzerinden direkt olarak “Arap sokağına” hitap eden bir politika izlemeye başladı.
Fakat İslami siyasetin yükselişinin engellenemeyeceğine dair inancın bir süre sonra tam yerinde olmadığı görüldü. Mursi’nin seçilmesinden yaklaşık bir yıl sonra Mısır’da yeni hükümetin de sonunu getiren karşıt protestolara ev sahipliği yaparken, ordu iktidarı eline alarak Müslüman Kardeşler’i ezdi.
Türkiye’nin Müslüman Kardeşler’e verdiği ateşli destek ve Mısır’ın yeni lideri General Abdülfettah al Sisi’yi tanımayı reddetmesi ile Ankara en önemli Arap ülkelerinden birisinin üzerinde neredeyse hiç etki sağlayamadı.
Tunus’ta bu ay gerçekleştirilen seçimleri Nahda partisi kaybetti.
Özel, Türkiye’nin liderlerinin “Arap devlet sisteminin dinamiklerini okuyamadığı”nı söyledi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.