İSTANBUL - Kahve, 15. yüzyılda bilinçli bir şekilde kullanımı başlayan ve 16. yüzyıldan itibaren dünyanın çeşitli yerlerine açılarak dünyaya mal olma yolunda adımlarının atıldığı bir içecek olarak tanımlanabilir. Bir rivayete göre 9. yüzyılda Etiyopyalı bir çobanın güttüğü keçiler tarafından keşfedildiği, kahve bitkisinin yapraklarını yiyen keçilerin daha enerjik olduğunu ve çobanın da tadına bakarak aynı durumun kendisinde de görmesi üzerine konunun keşişlere kadar gelmesiyle keşif süreci doğmuştur. Kahvenin uyku açması ve enerji vermesi keşfedildikten sonra yaygınlık kazanmaya başlamıştır. Sadece Etiyopya’da değil, tüm Arabistan coğrafyası kahve ile tanışmış olur.
Tahtakale İstanbul’un ticaret merkezidir. Bugün tam olarak bu özelliğe sahip olmasa bile toptan malların alımı için hala merkez görevi görmektedir. Osmanlı Devleti’nde bu özelliğe sahip olması sebebiyle kahvenin ilk olarak Tahtakale bölgesine gelmesi ve ilk kahvehanelerin bu bölgede kurulması da doğal bir durumdur. Zaman içerisinde kahvehanelerin yaygınlaşması, ahali için bir araya gelinebilecek yeni bir yerin varlığını da yaratmış olur. Kaldı ki Kanuni Sultan Süleyman devrinde İstanbul’daki kahvehanelerin sayısının elliye çıkması bunun bir kanıtıdır. 1792’de düzenlenen defterlere göre bu sayı 1631’e, 1821’de ise 2076’ya ulaşmıştı.
Osmanlı Devleti’nde kahvehanelerden önce insanların gündelik yaşamları çarşı, pazar, hamam, meyhane, cami gibi yerlerden oluşuyordu. Ancak bu yerler çeşitli sosyal kısıtlamalardan ötürü bugün anladığımız gibi bir sosyalliği getirmiyordu. Kahvehaneler ile birlikte bu durum değişmeye başladı ve bu sebeple daha çok ilgi görmeye başladı. Özellikle camilerin çevresinde ya da altlarında açılmış olan kahvehaneler, namaz saatleri dışında da erkeklerin bir araya gelebilecekleri bir yer olma özelliğine sahip olmuştu. Bu bir araya gelişler mahalle kahvehaneleri, askerlerin kullandığı yeniçeri kahvehaneleri / tulumbacı kahvehaneleri, esnaf kahvehaneleri gibi çeşitli grupların adlarıyla tanımlanacak kahvehaneleri doğurmuştur.
Osmanlı’daki kahvehaneler sohbetin bol olduğu mekânlardı. Sohbet edilirken çeşitli kahveler ve nargileler içilirdi. Sosyal olarak ayrım gözetmeyen bu kahvehanelere herkes gelebilirdi. Sohbetlerin yanı sıra çeşitli oyunların oynandığını da biliyoruz. Tavla, satranç, dama en çok oynanan oyunlardandır. Bununla birlikte Karagöz-Hacivat gibi perde ve meddahlık gibi orta oyunların temsiller vermesi, kahvehanelerin müdavimlerinin artmasına sebep oluyordu. Özellikle Karagöz’ün siyasi hayata yaptığı nükteli eleştiriler, devletin politikalarına dair yapılan eleştirileri çeşitlendiriyordu. Bu sebeple Karagöz’ün kaderi kahvehaneler ile paralel gitmiş, birçok zaman yasaklanmasına sebep olmuştur.
19. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin her alandaki değişimi kahvehaneleri de etkilemiştir. Özellikle eğitim alanındaki değişimle, gazete ve dergilerin ortaya çıkışı ile birlikte yeni bir entelektüel kesim doğmaya başlamıştır. Zaten bolca sohbetin yapıldığı kahvehaneler zamanla gazete ve dergilerin okunduğu, okuma bilmeyenlerin okuma bilenlerden dinlediği yerler haline geldi. Yani ‘’kıraathane’’ oldu. Darülfünun’un kurulması ile birlikte bu kıraathaneler Beyazıt ve Direklerarası çevresinde daha fazla rağbet görmeye başlamıştır. Bununla birlikte Beyoğlu da sıklıkla ziyaret edilen kıraathanelere ev sahipliği yapıyordu.
Beyazıt bölgesinde en popüler olan kahvehanelere Safarim, Küllük, Marmara, Meserret ve İkbal kıraathaneleri örnek gösterilebilir. Darülfünun’un yakınlarında olması sebebiyle dönemin öğretmenlerinin sıklıkla vakit geçirdiği, öğrencilerin hocalarını bulup sohbetler edebildiği bir yer halini almıştı. Hatta öyle ki dönemin birçok yazar ve şairi de bu kahvehaneleri kullanır, buluşmalarını burada yapar ve okuyucularıyla burada tanışırdı.
Tam olarak ne zaman kurulduğu bilinmeyen Küllük Kıraathanesi herhalde içlerinde en bilinen kıraathanedir. Okula ve Sahaflar Çarşısı’na yakın olması sebebiyle birçok kişinin uğrak noktasıdır. 1955’e kadar açık kalan Küllük, bu tarihte yapılan yol çalışmaları sebebiyle yok olmuştur.[7] Reşat Nuri Güntekin, Yahya Kemal, Agah Sırrı Levend, Ali Canip Yöntem, Mesut Cemil, Abdulbaki Gölpınarlı, Faruk Nafiz, Halit Fahri, Mehmet Behçet Yazar, Şükufe Nihal, Orhan Şaik, Mithat Cemal, Necip Fazıl, Ahmet Hamdi Tanpınar, Mustafa Şekip Tunç, Hilmi Ziya Ülken, Mükremin Halil başta olmak üzere Edebiyat Fakültesi’nin birçok hocası Küllük’ün müdavimleridir.
Mehmed Kemal’in anılarında bahsettiği çeşitlilik, Osmanlı’daki kahvehanelerin özelliklerinin derlemesi gibidir. Kimi zaman sohbetin, kimi zaman oyun oynamanın kimi zaman da oynanan oyunların izlendiği yerler olmuştur. Hatta öyle ki, bürokratik zümrenin dışında politika konuşulan yegâne yer özelliği de taşımıştı. Birçok ayaklanmanın (özellikle yeniçeri ayaklanmalarının) kahvehane köşelerinde tartışılıp planlanmasından ötürü çeşitli dönemlerde kapatılmalarına sebep olmuştur. Ancak halk gözünde hiçbir zaman kötü gözle bakılmadı kahvehanelere. Bazı zamanlarda tek eğlence yeri olarak görüldü. İstanbul’da çıkan ilk Rusça gazete olan Stanbulskie Novosti’de yayımlanan bir haberde, ramazanda iftardan sonra erkeklerin sahura kadar vakit geçirdiği ve eğlendiği yerlerden biri olarak anlatılmaktaydı.
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan bu kültürel miras, 1960’lı yıllara kadar uzanmıştır. 400 yıldan fazla bir süre boyunca günlük hayatın vazgeçilmez bir parçası olarak ve kültürel faaliyetlerin her türlüsünün yapıldığı; aynı zamanda ilk kamusal-politik çevrenin oluşmasına katkı sağlayan kahvehaneler bugün aynı işlevini sürdürmemektedir. Sadece okey ve tavlanın oynandığı, halk arasında ‘’kahvehane ağzı’’ olarak anılan sohbetlerin yapıldığı (bu şekilde küçümsenen), kıraatın neredeyse hiç olmadığı bir yapıya dönüşmüştür.