Zülfü Livaneli meraklısıyım son zamanlarda. 12 ve 16 Şubat tarihli Vatandaki yazılarını mutlaka okuyun.
12 Şubat tarihli Kimlik mi değiştiriyoruz başlıklı yazısı, değişen Türkiye ve insanımızı anlatıyor.
Geçtiğimiz hafta bizim sitenin genel kurulu vardı. 20 yıldır aynı sitede yaşarım. Galiba birkaç defa katılabildim. Bu yılda gideyim dedim. Toplantının başında da usul hakkında söz alıp, uygulamanın hukuki prosedüre uymadığını anlatmağa çalıştım.
Vay efendim sen misin öyle diyen.
Toplantılara hiç katılmadığımdan ukalalık etme
ye kadar varan kaba ifadelerle arka sıralardaki bir guruh tarafından susturuldum. Şaşırdım kaldım.
Nezih bir sitenin genel kurulunda mıyım?
Yoksa sendika toplantısındayım anlayamadım.
Üzüntülerimi ifade edip, toplantıyı terk ettim.
Dışarıda rahatlamaya çalışırken, sitede yıllardır çalışan görevliye şaşkınlığımı ifade ettim.
Ne oldu bizim siteye? diye.
Cevabı çok güzeldi. Efendim site gene aynı site ama insanlar değişti.
Livanelinin yazısının konusu da insanımızdaki bu değişim.
Bakın neler diyor.
Yurt dışında yaşadığım on bir yıl boyunca, tanıştığım her yabancıyla gözlem yapmayı ve onları bizimle karşılaştırmayı adet edinmiştim.
Bu alışkanlık sürüyor.
Veda filminin ses miksajı için bir süredir Londradayım ve aklıma bin bir düşünce üşüşüyor.
Eskiden biz Türkleri, içe dönük insanlar olarak nitelerdim.
Çünkü ailem, içinde yetiştiğim çevre, büyüklerim sessiz, sakin ve efendi kişilerden oluşuyordu.
Türkiyenin sokakları sessizdi, kimse bağırıp çağırmazdı.
Müziğimiz de içliydi. Radyodan duyduğumuz şarkılar, türküler derin bir duyarlılık taşırdı.
Yurt dışına çıktığımda yaptığım kıyaslamalara göre Araplar bizim gibi değildi.
Daha dışa dönüktüler, daha çok gürültü ediyor, bağırıp çağırıyorlardı.
Yunanlılar da öyleydi, İtalyanlar da.
Akdenizde sadece İspanyollar daha ağırbaşlıydı.
Ama galiba Türkler son yıllarda toptan bir kimlik değişimine uğradı.
Artık çok bağırıp çağırıyorlar.
Türk şarkı zevki değişti. Şimdi en çok haykırana en iyi şarkıcı diyorlar.
Frank Sinatra, Nat King Cole, Charles Aznavour gibi yumuşak sesler Türk ölçülerine göre kötü sestir artık.
Şarkıcı dediğin bir yerlerini yırtmalı.
Sokaklarımız gürültülü, herkes bağırıyor.
Ama en büyük fark televizyonlarda.
Birkaç gündür İngiliz televizyonlarındaki reklamları izliyorum.
Seslendiriciler bağırmıyor, reklamını yaptığı malı en güzel, en duyarlı ses tonuyla tanıtmaya çalışıyor.
Bizde ise reklamlar pazar esnafı gibi haykıranlarla dolu.
Kulak acıtıyorlar.
Diyorum ya; gerçekten kimlik değiştiriyoruz biz.
Çünkü kültürü var eden referanslarımız, değer ölçülerimiz yok oldu.
Demiri ve çapası olmayan bir gemi gibi sallanıyor, savruluyor, fırtınaya yakalanarak oradan oraya sürükleniyoruz.
Tabii işin sonunda kayalara bindirme riski yüksek.
Ama gemidekiler duruma aldırmadan vur patlasın çal oynasın, cümbüşe devam ediyor. Ben Türkiyede hırsların bu kadar yükseldiği başka bir dönem hatırlamıyorum.
Livaneli 16 Şubat tarihli yazısında da Dünya insanoğluna ait değil diyor.
Zülfü Livanelinin bu yazısı da ömre bedel.
İnsanoğlu kendini tanıyabilse, evren içindeki boyutunu ve sınırlı süresini kavrayabilse birçok sorun çözülecek ama hırs buna imkân vermiyor işte.
Benim iktidarım, benim param, benim başarım, ben, ben, ben...
Dünyada beş bin yıl önce de böyle düşünenler yaşıyordu, on bin yıl önce de.
Mezarlıklar önemli kişilerle dolu!
Evren ölçeğinde bir kelebek ömrü kadar bile olmayan insan yaşamını, böyle gerginliklerle ziyan etmeye değer mi?
Bir parça alçakgönüllülük, gündelik hırslardan birazcık arınma dünyayı cennete çevirmeye yeter: Hem size, hem başkalarına.
Livanelinin hırs dediği şey bizim sitenin havasını da bozmuş anlaşılan.
Bizim site böyle değildi dedim kendi kendime.
Hoşgörü vardı. Saygı denen şey vardı. Alçakgönüllülük vardı. Her şeyden önce tahammül özelliğimiz vardı. Komşuluk denen yakınlık duygusu vardı.
Ama fark etmeden işgale uğramışız.
Her şeye bağırıyor ve de parlıyoruz arkasını düşünmeden.
El değiştiren para, servet ve güç o güzelim yaşantımızı ve her zaman övündüğümüz o İstanbul efendiliğini alıp götürmüş farkında değiliz.
Eline sağlık Livaneli.