TİMUR SELÇUK'TAN 12 HAZİRAN ŞİFRESİ
Ünlü Besteci, öğretmen, ses sanatçısı Timur Selçuk, Hülya Okur'un röportajında Türkiyenin kaderini etkileyen önemli konulara değindi.

06 Nisan 2011 Çarşamba 12:30
Timur Selçuk'tan Türkiye’nin kaderini belirleyen 12 Haziran şifresi sırrı
HÜLYA OKUR-HaberX
Ünlü Besteci, öğretmen, ses sanatçısı Timur Selçuk, Hülya Okur'un röportajında Türkiye’nin kaderini etkileyen önemli konulara değindi. Hülya Okur’un Timur Selçuk ile müzikten siyasete uzanan görüşlerini açıkladı.
İşte röportajdan çarpıcı başlıklar:"Bu hükümete 8 yıldır muhabbet besleyemedim...Ben çok alçak solcu gördüm...Arkadan gelen nesil mum ışığı veriyor...Kürt açılımı palavra...Ergenekon, büyük yönüyle tiyatro...PKK, terör örgütü değildir, rant örgütüdür...O kadar salak kadınla çevriliyiz ki...Münir Baba telif haklarından bir kuruş alamadan öbür aleme gitti...
BENİM BÜYÜK BİR YANIM VARDIR”
Babanız Münir Nurettin Selçuk’un bir film stüdyosunda tanıştığı anneniz Şehime Erton, 19 yaşında iken 2 Temmuz 1945'te dünyaya geldiniz. Yasak demeyelim de büyük bir aşk meyvesi olarak ne kadar tat ve acı barındırdınız içinizde?
Hiç öyle şeyler düşünmedim ben. Herkes gibi okula gittim. Piyano dersi aldım. Çocukluktan beri, benim büyük bir yanım vardır, insanlar benimle bir şey konuşmak istedikleri zaman konuşurlar, ben özellikle onlara herhangi bir şey sormam. Kendi durumum neyse, o durumu artı ve eksileriyle doğru değerlendirip eksileri yerinde tutup, mümkünse daha geriye çekip, artıları geliştirmeye çalışırım. Onun için o günlerle ilgili siz ne biliyorsanız ben de onu biliyorum.
“BU DEVLET BENİM PRENSLİĞİMİ BİLE TAKDİR EDEMEDİ”
Bildiklerimiz içinde en sağlam temel, Munir Nurettin Selçuk’un neslinin Selçuklulara dayanıyor olması. Sizin saçınızın bir telinde bile tarihin derinliklerinin yatıyor olması nasıl bir duygu?
Selçuklular değil Germiyanoğlulları. Onu da Murat Bardakçı kardeşimden öğrendim. Ben öyle prenslik, soy sop gibi şeylere hiç takmıyorum. Murat kardeşim bir iki televizyon programında söyledi, bir iki yazısında da yazdı. Kendi kendimle dalga geçtim:”Bu devlet benim prensliğimi bile takdir edemedi” diye. Bir sürü davalar açılmıştı ya, 80 sonrası. Kendi kendime güldüm geçtim. Bir büyük holding sahibinin öldükten sonra çocuğuna miras bırakması ne kadar salakçaysa ayı şekilde prens gibi şeyler boş şeyler. Siz ne yapıyorsunuz? Misafirliğinizi nasıl değerlendiriyorsunuz, ki misafirliktir bu. Hep çocuk yönümü muhafaza ediyorum çünkü çocukken de büyüktüm. Onun için şimdi de çocuğum.
“GALATASARAY LİSESİ BENİ FRANKOFON YAPAMADI.”
Peki çocukluğunuzda size biçilen mesleğe geçelim…Dedeniz Mehmet Nurettin Avni Bey, babanızın ziraatçi olmasını istermiş ama o ziraat okumak için gittiği Macaristan'dan müzik aşkı yüzünden geri dönmüş. Babanızın sizden istediği ise, nasıl olsa öğreneceğiniz müziğimizin yanında sesli batı müziğini eğitimi almanız.
Öyle başlamamı istedi. Türk müziğini zaten öğreneceksin, o senin kanında var, öğrenmeye bilirdim de, kanında vardır da, zihninde, gönlünde olmayabilir. Demek benim varmış, meraklıydım, bu topraklara ait her şeye meraklıydım, biraz fazla ‘yerli’ yanım vardı. Her ne kadar 11 yılım yurt dışında da geçse Galatasaray okulunda, 12 sene bütün dersleri Fransızca okuyor da olsam, Galatasaray Lisesi beni Frankofon yapamadı. Fransa da yapamadı. Ben her Fransızca konuştuğumda daha çok Türk oldum, daha çok buralı oldum. Bu benim içimdeki bir cevher, olmayabilirdi de, yani sadece Batı müziğine devam ediyor olabilirdim.
“BEN BABAMIN MİRASINA SAHİP ÇIKMADIM, MİLLİ BİR KÜLTÜRE SAHİP ÇIKTIM”
Üvey kardeşiniz Meral Hanımdan sonra babanızın müzikal kimliğinin devamı oldunuz. 2001 yılında çıkarttığınız,”Babamın şarkıları“adlı albümü ile de, onun kültür mirasına sahip çıktınız. Peki ölüye makyaj gibi algılanıyor mu bu yaptıklarınız?
Üvey ablam ama öz abla o, benim için. Ayrıca baba bir olunca da öz oluyor zaten. Gönül bağı olarak da öz ablam, Meral. Meral çok farklı ve çok özel bir kadın. Babamızın son 5-6 yılında çok mutlu bir yaşlılık geçirmesine sebep oldu. Öbür aleme intikal edişi Meral’in sayesinde, huzurlu, ihtimam dolu oldu. Onun için Meral’e çok şey borçluyuz. Ayrıca ben babamın mirasına sahip çıkmadım, milli bir kültüre sahip çıktım. Baba mirası başka bir şey. Ona holding sahiplerinin oğulları sahip çıkar. Ben akıllı ve cin gibi bir adamımdır. Kül yutmaz, hınzır bir adamımdır, iyi yazarım, iyi konuşurum. Onun için milli bir kültüre sahip çıktım.
“MÜNİR BABA'DAN DERS ALMADIM”
Peki bu milli kültüre sahip çıkışınızda babanızla yaşadığınız diyaloglar, baba-oğuldan çok, usta-çırak mesafesinde mi idi? Sizin müziğinizin kötü olduğunu hiçbir zaman söylemediği gibi, büyük bir coşkuyla “aferin” de dememiş hiç. Bunu duymamak daha mı hırslandırdı sizi?
Yok. O dönem insanları…Münir baba, 1899 doğumlu.Demek ki ben 46 yaşındayken dünyaya gelmişim. Onlar Osmanlının soylu birikimini hem de Mustafa Kemal’in devrimci coşkusunu neczetmeyi bilmiş bir kuşaktır, zaten o kuşak sayesinde hala batmadı bu memleket. Biz bir şey yapamadık. O bakımdan onların ölçülü, edepli duruşlarını görüp yorumlayacak kişi, eğer uygun, uygar bir kişi ise bu mümkündür. Siz onlara bakmayı biliyorsanız, coşkusunu, sevgisini, sizlere olan özenini yakalayabilirsiniz ama siz bakmayı bilmeyen, sesleri tanımayı bilmeyen bir insansanız, böyle bir adamın oğlu da olsanız, kütükseniz anlayamazsınız. Allah bana özel bir yetenek vermiş. Benim Algılarım çok gelişmiştir. Babacığımın da duygularını öyle anladım. Annem dışa vurumcudur, tiyatro sanatçısı olarak, o en salağına da anlatabilir duygularını. Baba farklıdır, benim yeteneğim babama yardımcı oldu. Mesleki sohbetlerimizde ben ondan ders almadım. Al kağıdı, kalemi şeklinde. Bir tek ilkokuldayken nota defterini al gel, bir şey yazdıracağım sana, dedi. Dedeefendi rast şarkı, Yine bir gülnihal aldı gönlümü. Yani rahle-i tedris çalışması olarak bir tek o var hayatımda. Fakat ben hiçbir konserini kaçırmadım bir de çok dikkatli, antenleri normal bir insanın ötesinde açık olduğu için onu çok güzel yakaladım, o şekilde bana örnek oldu Münir baba.
“ BENİ SEVENLER MÜNİR BABAYI SEVMEYEBİLİR, BU GAYET DOĞAL”
“Timur Selçuk önce babasının bir şarkısını söyledi, sonra kendi bestesi “Ayrılanlar için” şarkısını... “Münir Nurettin Selçuk’un oğlu” olmaktan bir kurtulabilse, biz de o çok özlediğimiz Timur’a kavuşabilsek...”diye yazdı bazı köşe yazarları. Babanızdan daha iyi olduğunuzu düşünenlere cevabınız ne olur?
Ben hala bazı konserlerimde birinci bölüm babamın şarkıları, ikinci bölüm benim şarkılarım diye esprili bir konser programı yaparım. Kimileri benden büyük olanlar, Münir babanın şarkılarından mutlu olur, kimileri ben yaşta yada benden genç olanlar da benim şarkılarımı dinlemekten mutlu olurlar, bu da benim hoşuma gider. Böyle bir repertuar, konseri tek düzelikten çıkarır, daha renkli bir hale getirir. Münir babayı anma günlerinde sadece onun şarkılarından ya da başka bir organizasyonda sadece benim şarkılarımdan oluşur, tiyatro müzikleri ve Cumhuriyet dönemi Türk şairleri gibi, o zaman da kendi bestelerim vardır.
“BEN KENDİMİ PİYANİST ORKESTRA ŞEFİ OLARAK HİÇBİR ZAMAN GÖRMEDİM”
4,5 yaşına geldiğinizde kendinizden büyük bir enstrümanın eşliğinde sürdürmeye başladınız hayatınızı. Piyanoyu sindirecek, ona hükmedecek noktaya gelmenizde yeteneğinizin mi, özgüveninizin mi, rol modellerinizin mi etkisi daha büyüktü?
Çok da severek piyano çalıştığımı hatırlamıyorum, ne yalan söyleyeyim? Nitekim Paris’te son dönemlerde konservatuardayken orkestra şefliği ve besteciliğe yöneldim. Ben, başkalarının yazdığı parçaları günde 9-10 saat çalamam dedim, hocalarım da çok severdi beni. Bir ana-kız ikisiyle de çalışırdım. Bırakmasaydın, dediler. “Bırakmayacağım da, piyanist olarak sürdürmeyeceğim yaşantımı” dedim. Çünkü midem rahatsızlandı, ilkokul 2.sınıfta, gastrit, ülser, iki büyük kanama derken baktım ki bu piyano başında 7-8 saat çalışmak olmuyor. Galatasaray Lisesinde de çok parlak bir öğrenciydim. Yazın da konservatuar imtihanlarını ikmale bırakırdım iyi not alayım diye. Yazın millet gezerken, ben piyano çalışırdım, bir de yüzme antrenmanı yapardım. O anlamda hem çocuk hem büyüktüm. Şimdi de hem çocuk hem büyüğüm. Piyanoyu bıraktım. Orkestra şefliği de, sadece benim konserlerimde benim bir bestem çalınacaksa tarif ediyorum, o kadar. O bakımdan beni kendimi piyanist orkestra şefi olarak hiçbir zaman görmedim. Daha ziyade; öğretmen, ses sanatçısı, besteci…bunlara çok emek verdim çünkü.
“BESTECİ İLE ŞAİR SUÇ ORTAĞI. BİRLİKTE YASALARA KARŞI ÇIKIYORLAR”
1966’da piyanoyu bırakıp, bestecilik, orkestra şefliği, şan eğitimine ağırlık verdiniz. Peki şiir üzerine beste yapmak fikri, taşınabilen duygulara ağırlık katmak için miydi?
Yok orası Münir babadan kaynaklanıyordu. Çünkü babam hep:”Güzel şarkı, güzel şiir üzerine bestelenir” derdi. Faruk Nafız’ı, Yahya Kemal Beyatlı’yı, Ümit Yaşar, Turhan Oğuzbaş gibi bir çok şairle tanıştım, gezmelerimiz tozmalarımız oldu. Onun için besteci ile şair suç ortağı. Birlikte yasalara karşı çıkıyorlar. Birlikte karakola düşüyorlar. Birlikte hücreye giriyorlar. Ben de Paris’teki yalnızlık yıllarımda 1965’te başladım şarkıları yapmaya. Hazırdı o fikir kafamda, bütün şiir kitaplarıyla gittim Paris’e. Ondan yani Münir baba kaynaklıdır, şiirin o yanı, bir de annemin tiyatro yanı, hep tiyatro kulisindeydim, provaları çok severdim, ya tiyatro kulisindeyim ya Münir babanın konser kulisindeyim. Ön hazırlığı nedense çok merak ederdim, mutfak çok ilgimi çekerdi. Bana ses sanatçılığı, orkestra çalışmalarımda ve öğretmenliğimde tiyatro provalarının çok faydası oldu. Buraya 30-40 öğrenci geliyor, onları avucunuzun içine almanız lazım.
“BEN BRECHT FALAN TAKMAM, BEN ANADOLULUYUM”
Tiyatro müziklerinden söz edelim o halde. “Nereye Payidar, Sakıncalı Piyade, Küçük Adam Ne Oldu Sana, Rumuz Goncagül” Brechtin Epik Tiyatrosunda müzik yabancılaştırmayı gerektirecek biçimde hedeflenir. Siz müziklerinizle oyunları ne kadar yabancılaştırdınız?
Hiç ben Brecht falan takmam, ben Anadoluluyum, Türkiyeliyim. Dolayısıyla ben tiyatro müziğime ne yakışıyorsa, kendi insanımın gönül dilini nasıl titretirsem öyle beslenirim. Brecht Mreht beni ilgilendirmez. Brecht amcam o donuk haliyle, o donuk Almanlara seslenir. Ben bizim ateş gibi insanımıza, Brecht gibi Almanca seslenemem kardeşim. Ben Türkçe seslenirim. Dede Efendi gibi, Aşık Veysel gibi, Hacı Arif bey gibi seslenirim, bana ne Brecht’ten?
“ARKADAN GELEN NESİL MUM IŞIĞI VERİYOR”
Babamız da Allahın sazı zaten….1977 yılında İstanbul Oda Orkestrası’ndan sonra İstanbul Çağdaş Müzik Okulunu kurdunuz. Hayatta bir tane de böyle bir yer bulunsun neden istediniz? Ve arkadan gelen nesil bu sözünü ettiğiniz ışığı veriyor mu size?
Valla arkadan gelen nesil bir çok konuda maalesef mum ışığı verebiliyor. Ama önemli olan misafirliğimiz boyunca yapmamız gerekenleri yapalım. Çünkü bildiklerimi aktarmak benim için önemli. Bir yazıp, çizerek, konser yaparak tamam da bir de birebir dokunarak, kucaklaşarak, cancana…çünkü müzik eğitimi öyledir, usta-çırak ilişkisi. Bir amfide fizik anlatır gibi olmaz, biz kucaklarız öğrencimizi.Sesimizle, gönlümüzle, bakışımızla, hatta gerektiğinde çok heyecanlandığımız zaman gerçekten kucaklarız. Onlar da bizi kucaklar. Bir de ben salakça cömertim. Para-pul konusunda da, sevgi-dostluk konusunda da. Onun için öfkelerim çok büyük. Bir saniyede delirebilirim çünkü çok cömertim.
“KÜRT AÇILIMI GİBİ ŞEYLER PALAVRA.”
Yani sizin gibi insanlar olmadığını görmenin öfkesi mi, verdiklerinizin yansımasını göremediğinizden mi?
Görmekte değil. Görmeseniz de, ne demiş Allah kendi elçisini yolladığı zaman:”Tebliğ et, gerisine karışma” Ben hep oradan çıkarım yola. Sadece ahlaksızlıkla karşı karşıya kaldığım zaman öfkelenirim. Bütün kusurlarım içimde “ahlaklı bir insan” ve “ahlaklı bir yurttaş” olmaya gayret ediyorum. Her şeyim onun altında benim için; Türklüğüm de onun altında, Müslümanlığım da onun altında, siyasi görüşüm de, cinsim de onun altında en üstte ahlaklı insan, ahlaklı yurttaş var, bitti!. Eğer ben bunu en üstte tutmazsam sohbete Türklükle başlarsam, Türk olmayan birine peşinen bir savaş açarım, Müslümanlıkla başlarsam, Tanrı tanımaz birine, bir dakika sen benden değilsin, derim, siyasi görüşümle yola çıkarsam, benimle aynı görüşte olmayana sohbet başlar başlamaz bir sınır koyarım, halbuki ben dersem eğer ‘ahlaklı insan, ahlaklı yurttaş’ hangi dinden, ırktan olursa olsun biz bir orduyuz, ahlaklı insanlar ordusu. Bir tek düşmanımız var, ahlaksızlar ve ahlaksızlıklar. Türkiye’nin bugünkü en büyük sıkıntısı budur, ne demek Kürt açılımı ya? Ben ahlaklı yurttaş istiyorum. Ahlaklı yurttaşların, maddi-manevi haklarının önündeki engellerin kaldırılması için yapılacak devrim, budur yapılması gereken. Kürt açılımı gibi şeyler palavra. Bunlar yalan.
İlişkilerde ahlakı öne çıkartıyorsunuz ama müzikte sizin için Türkçe telaffuzun önemi büyük. Fransız şarkıcı Sacha Distel, Sezen Cumhur Önal’ın şarkısı, ‘Kime Derler Sana Derler’i seslendirmek için Türkçe telaffuzu sizden öğrenmiş ve siz de bunun için bir doğum gününüzü ayırmıştınız. Şarkı söylemenin adabı ilk olarak buradan mı geçiyor, yani telaffuzdan?
Sezen’in hatırına gittim. Beni de Türkçe öğretmeye giden biri zannetti, yanlış söylüyorsunuz, dedim. “Notayı yanlış söylüyorsunuz, enformasyonunuz bozuk” deyince, durdu. Sonra içeri geldiler, siz burada ne eğitimi alıyorsunuz? Deyince, orkestra şefliği, piyano kompozisyon, deyince, özür dilediler. “Bize size böyle tanıtmadılar, onun için siz benim yanlış nota söylüyorum diye uyardınız, ben Türkçeyi yanlış söylüyorum zannettim” dedi. Çok zarif insanlardı, ilginç bir doğum günüydü, 1966 2 Temmuz olabilir.
“BEYAZ GÜVERCİN, KÜÇÜKKEN AVUCUMUZA SIĞMAYAN AHLAKIMIZDIR”
Kızlarınızdan Mercan sizin bir konseriniz sırasında ‘Beyaz Güvercin’i seslendirirken, balesiyle eşlik etmişti... İlk kızınız Hazal da tiyatro dans eğitimi aldı. Müzikte beyaz bir güvercin gibi kalabilmenin sırrı nedir?
Ahlaklı bir yurttaş ve ahlaklı bir insan olmaya gayret ediyorsanız, bütün kusurlarınız içinde hatta bilmeden yaptığınız yanlış içerisinde hatta ufak tefek ahlaksızlar içinde diyelim( hiç birimiz kusursuz değiliz) yeter ki isteyerek yapılmasın o, o zaman büyük yaşınızla birlikte o çocuk yanınızı muhafaza ediyorsunuz. Zaten beyaz güvercin de, elinize alıp, okşadığınız, küçükken sığmayan ama büyüdüğünüz zaman avucunuza koyabileceğiniz, saf ve masum duran insanın o ahlaklı yanı. Yaradan’ın hepimizin içine koyduğu ama bazılarımızın onu değil de, şeytanı ön plana çıkarttığı..herhalde ondandır.
“ZAMAN ÖTESİ GÜCÜ KUR’AN’DAN ALIYORUM. ZAMANLA SINIRLI GÜCÜ İSE, SOL GÖRÜŞLÜ KİTAPLARDAN ALIYORUM”
İlahiyat Fakültesi profesörü bir dede ile hafız bir anneannenin torunu olmanız hasebiyle ortaokuldan beri namaz kılıyorsunuz. İnsana verdiğiniz değer nedeniyle mi hem Kur'an'a hem Sosyalizm'e inanıyorsunuz?
Bunlar benim alt kimliklerim. Üst kimliklerim, ahlaklı insan, ahlaklı yurttaş. Söze buradan başladığınız zaman demin anlattığım gibi sizinle aynı değerleri paylaşmayan insanlarla hemen aranıza mesafe koyarsınız, bunun acısını çok yaşadık. Dini mesafelerde alevi-sunni çatışmaları yaşadık, Çorum yaşadık, Kahramanmaraş yaşadık. Onun için bunlar benim alt kimliklerim derim. Alt kimlik derken, aşağıladığımdan değil. Ahlaklı insan olmam için beni besleyen büyük nehirler bunlar. Çünkü ben o gücü, kendi manevi kitabımdan alıyorum. Zaman ötesi gücü o kitaptan alıyorum. Zamanla sınırlı gücü de sol görüşle ilgili kitaplardan alıyorum. Bir de tabi her ne kadar içinde zaman ötesi bir güç de varsa, Nutuk kitabından alıyorum.
“TAYYİP ERDOĞAN’A UTANMADAN NASIL İKİNCİ ATATÜRK DERSİNİZ?”
Yani tarihin en yakışıklı devrimcisinden alıyorum, hala nasıl o güzel insanın yanına, kendi resmini koyar o politikacı denen adamlar? İnsan bir bakar ya!O güzelliğin yanına kendi resmini nasıl koyarsın sen? Başbakan, Cumhurbaşkanı da olsan? 1946’dan bu güne kadar Mustafa Kemal’in yanına konacak bir güzellik yoktur resim olarak, akıyor çünkü, onun yanında hiçbir resim durmuyor, bir de utanmadan ‘İkinci Atatürk’ diyorsunuz, Turgut Özal’ın döneminde de dendi bunlar, şimdi de deniyor. Ya biraz vicdan olur insanda ya? Böyle şeyler söylenir mi?
“YUKARIDAN KORUNDUĞUMU HİSSEDİYORUM”
Ama onun yanına yaklaştırdığınız biri var ki Peygamberimiz Muhammed Mustafa. Sizin deyiminizle iki Mustafa’yı gönüllerinizde çarpıştırmamayı nasıl başardınız?
Valla herhalde bir genlerimizle gelen vardır ama aynı aileden bir çocuk çıkar, genler, ortak yanlar vardır, ayrışan yanlar vardır. Bir de yukarıdan siz onun rızasıyla ana rahmine düştüğünüz zaman onun bazen iltimasları vardır. Münir babaya nasıl ses konusunda iltimas yaptıysa, milyonlarca insana vereceği güzelliği, o hançerede topladıysa, nedense bende böyle yukarıyla ilgili kendime çaktırmadan paylar biçiyorum, bir çok noktada da korunduğumu hissediyorum. Sanıyorum onu hep yakınımda hissettim. Bana aşırı bir duyarlılık, güzellik armağan etti, onu bu kadar yakın hissedebilmem için, sanıyorum ondan kaynaklanıyor, özel bir çaba değil bu.
“ZİNCİRİN SAĞLAM BİR HALKASI OLMAYA UĞRAŞTIM”
Türk müziği üzerindeki özel çabalarınıza geçelim… Türk müziğinde modernleşme konusunun öncülerindensiniz. Münir Nurettin Selçuk, Klasik Türk Musikisi'ni içkili sofralardan çıt çıkmayan tiyatro salonlarına taşımakla nam salmıştır peki ya siz nasıl çığır açamaya çalıştınız?
Ben bir şey açmaya çalışmadım, sadece gönlümdekini yaşamaya çalıştım. Onun için de mesleki bilgi ve insani duruş adına güçlü olmam gerekiyordu. Bunlara özen gösterdim. Eksi sonsuzdan, artı sonsuza giden ahlaklı insanların oluşturduğu bir zincir vardır, orada sağlam bir halka olmaya çalıştım. Benden önceki bir sağlam bir halka olan Münir babayı tuttum, benden sonrakiler de tuttukları zaman kopmasın istedim. Çığır açmak, büyük laflar, tabi ki yaptıklarımız var ama küçük dağları ben yarattım şeyleri bana uygun değil. Bir çok şeyi başkalarından önce gördüm. O anlamda hınzır, kül yutmazım. Belki 6 yaşında bizi bıraktılar, Galatasaray’a, Ortaköy’e, şimdiki üniversite olan yere, Pazar gününden yatılı, 6 gün öğleden sonra geldiler aldılar, taka seslerini dinleyerek( yanımda da Tolga Yarman yatardı, Nükleer tıp Fizik Profesörü) hayaller kurardık, tramvayın metal sesleri eşliğinde çok geç uyurdum ben. Birinci ders hep kafam önüme düşerdi, iyi bir öğrenci olmama rağmen, sanıyorum o yalnızlıkta çok keskin bir şekilde bilendik.
“SESİ NE KADAR İYİ DUYARSANIZ O KADAR DOĞRU OY VERİRSİNİZ, 12 HAZİRAN’DA”
Şarkıları modernize etmeniz konusunda bakın Kıraç ne demiş: ”Timur Selçuk bazen babasının şarkılarını modernize etmeye çalışıyor, ama olmuyor. Abdülhak Hamit’in ‘Makber’ şiiri şarkı oldu, Yahya Kemal Beyatlı’nın şiirleri de... Yahya Kemal bir şiir yazmak için 15 yıl düşünürmüş.” Eski yapıtların modernize edilmesinde nasıl bir risk alıyorsunuz?
Ben babamın şarkısını çok sesli hale getiriyorum bir kere. Babamdan bana kalan bir miras, oraya kulübe de yaparım, gökdelen de yaparım, kimseyi ilgilendirmez, yeter ki arsa yapılan o bina bir şeye hizmet etsin. Çok sesli, Türk muzikisinin ve halk müziğinin soylu eserlerini biz İstanbul oda orkestrasıyla çok sesli hale getirdik, onların kişiliklerini bozmadan. Yurt içinde, dışında konserler verdik, çok da beğenildi, yurt dışında, “Beethoven, Mozart çalıyorsunuz, bize bunları çalmanız gerekir aslında, bizim bunları duymamız lazım” diye bizim yurdumuzdan almadığımız övgüleri oradaki gavur diye aşağıladığımız insanlardan aldık. Ve bu çalışmaları yapmamın amacı bir kere tek sesli müzik dinlemeye alışmış toplumumuzun artık bir sesten daha fazlasını duymaya alışması lazım. Ses; sevgi demektir, öfke demektir, düşman demektir, ses kardeşlik demektir, onun için ne kadar sesi aynı anda duyup tanıma yeteneğiniz olursa, o kadar doğru oy kullanırsınız 12 Haziran’da.
“SEÇİM KONUŞMASI YAPAN POLİTİKACILAR, BEŞİNCİ SINIF TÜCCAR GİBİLER”
Size seçim konuşması yapan, üçüncü, beşinci sınıf tüccar politikacıların konuşmalarından onların şeytanlıklarını, iki yüzlülüklerini anlarsınız. Ama tek sese alışmışsanız şayet, onlar sizi kandırırlar, ömür boyu da kandıracaklardır. Onun için çok sevgi anlamında değerlendirmek istedim.
“GÖREVİMİZ; ÖZGÜN ESERLER ÜRETMEK VE MİLLİ KÜLTÜRÜMÜZE SAHİP ÇIKMAK.”
Bir de Türk müziği de, halk müziği de Batıperestler tarafından aşağılanır, Türkiye’de. Halbuki onların içindeki çok sesliliği ben hissediyorum. Onların içindeki gizli sesleri de ben Yaradan’ın verdiği yetenekle gün ışığına çıkarttı, sağar kulaklara, mühürlü gönüllere onları duyurmaya anlatmaya gayret ettim ama amaç bu. Her konserimde de söyledim, Babamın şarkıları albümünün yazısında da vardır, Bu müziklerin çok seslendirilmesine gerek yok ama sizin yüreğiniz mühürlüyse o mühürü sökün, onları tek sesli olarak Münir babadan ya da Aşık Veysel’den dinleyin ama hala mühür duruyorsa, o zaman ben size bu gizli sesleri ortaya çıkarttım, dinleyin bunları, ondan sonra, mühür biraz erimeye başlayınca, bunun aslı ne acaba Timur Hoca bize söylüyor diye araştırın, bunun aslı daha da muhteşemmiş hadi biz şimdi de onları dinleyelim, odur” Bizim Türkiye’deki görevimiz, bir, özgün eserler üretmek, bir de milli kültürümüze sahip çıkmak.
“8 YILDIR TÜRKİYE’Yİ YÖNETENLER, CEMAAT VE TARİKAT UZANTILARIDIR”
Bu siyasi ortamda sadece sizin duyabildiğiniz o gizli sesleri açar mısınız? Endişeye mahal var mı?
Türkiye’nin pazarlandığını duyuyorum. Bu açılım denen şeyin, artık kaçakçılıkla kazancını sürdüremeyecek olan aşiret düzeninin, feodal düzenin yararına olacak, en büyük kaçakçı Amerika geldi oraya, Talabani ve Barzani ile beraber yeni bir düzen kurdu, 8 yıldır Türkiye’yi yönetenler de cemaat ve tarikat uzantıları… Tarikat uzantılarıyla postmodern feodal yapının yeni pazarlar konusundaki paylaşım kavgasıdır şu an bizim yaşadığımız.
“PKK, TERÖR ÖRGÜTÜ DEĞİLDİR, RANT ÖRGÜTÜDÜR”
Açılım palavradır. PKK, bölücü terör örgütü değildir, bir rant örgütüdür. Kaçakçılık da onlarda, içki de onlarda, fuhuş da onlarda ama bir rant örgütüdür. Sadece kullanılır. Avrupa Birliği tarafından kullanılır, Amerika tarafından kullanılır, Kuzey Irak’taki iki büyük aşiret tarafından, Barzani, Talabani tarafından kullanılır, Güneydoğu’daki bazı aşiretler tarafından kullanılır. Kullanılır oğlu kullanılır. PKK, 1000 yıl yaşasa, burayı bölemez. Burayı ancak bir şey bölebilir, buradaki
“AHLAKLI İNSANLAR BİR GÜN, “BU ÜLKE İÇİN ÖLMEYE DEĞMEZ” DERLERSE O ZAMAN BÖLÜNÜR BURASI”
Ahlaklı insanlar bir gün, “Bu ülke için ölmeye değmez” derlerse o zaman bölünür burası. Bu atom bombası gibi bir laftır. Bu ülkeye canını, kanını vermiş, her şeyini seferber etmiş, ahlaklı insanlar bir gün, “Bu ülke için yaşamaya, ölmeye değmezmiş” derse o zaman burası bölünür. Ama bir yazımda da dediğim gibi çılgın Türklerden böyle bir laf çıkacağını ben zannetmem.
“TAM BİR PAZARLIK VE PAYLAŞIM YAŞIYOR TÜRKİYE”
Tam bir pazarlık ve paylaşım yaşıyor Türkiye. Cumhuriyet tarihi, 8 yıldır yaşadığı böyle bir acılı dönemi yaşamadı. Ama bunu biz hazırladık. İsmet İnönü de dahil olmak üzere, 46’dan bugüne kadar Türkiye’yi yöneten üçüncü sınıf politikacılar, bu uyanık kardeşlerimizi hazırladılar. Nasıl hazırlandı? Çarpık bir laiklik anlayışıyla, çarpık bir laiklik anlayışı ile(Atatürkçülük başka bir şeydir çünkü)dindar insanlarımızı dışladık, biz Güneydoğulu feodal aşiret korku, baskısıyla devlet arasına sıkışıp kalmış, Güneydoğu’daki binlerce kardeşimizi dışladık. Bunların da maddi manevi acıları birikti. Bu uyanık kardeşlerimiz, bugünkü iktidar ve şu an Güneydoğu’da çocukları, kadınları sokaklara döken, polislerin önüne atan, uyanık feodal yapı, bunun bir fırsat bilip bütün bu yaşadığımız acıları kotardılar, pişirdiler.
“KENAN EVREN’İ ASALIM DİYORUZ AMA DİĞER ASILACAKLARDAN SÖZ ETMİYORUZ”
Bunun sorumlusu bizi yönetenlerden fazla biziz. Yani biz; ahlaklı, namuslu, sıradan yurttaşlar. Biz sesimizi yükseltemedik. Bir tek Kenan Evren’i asalım, yargılayalım diyoruz. Dört tane parti başkanı vardı, onlar niye birbirini yediler, sokakta her gün 20 kişi birbirini vururken, onlar koltuk kavgasındaydı, TBMM’de. Onları yargılayacak mıyız? üçü öbür alemde, birisi burada. Onların parti kadroları, başkanlarını uyarmadılar, o dönemin parti kadrolarını yargılayacak mıyız? O dönemin medyasını da yargılayacak mıyız, o dönemin sermayesini, bürokrasisini, o dönem çocukları sağcı solcu demeden işkence eden polisleri yargılayacak mıyız, her şeyden daha vahimi, biz yüzbinlerle gidip Ankara’da Meclisi basmadık, “Evlatlarımız sokakta birbirini öldürüyor, ey utanmazlar, inin oradan aşağıya” diyemedik biz oradaki milletvekillerine. Kendimizi yargılamaya gücümüz var mı? Hayır, bunların hiçbirini yapmıyoruz, Kenan Evren’i aldık, yargıladık, yok öyle şey. Önce çuvaldız kendine kardeşim. Biz üzerine ölü toprağı serpilmiş bir toplum haline geldik, bir koyun sürüsü haline geldik. Bütün bu yaşadıklarımız bize müstehaktır, kurtuluşumuz kendimizdedir, parti genel başkanlarında değil, silahlı kuvvetlerde de değil, kendimizdedir. Onun için ahlaklı insan ahlaklı yurttaş diyorum.
“İKTİDARIN İKİ TEMEL DÜŞMANI VAR; TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ VE ATATÜRK”
Peki şimdiki baş kaldırışın adı, Ergenekon, onu nasıl politize edersiniz? Şu anki direnişin haklı bir sebebi var mı?Mesela Münir Nurettin, bile sürekli şarkılarına eşlik ettiği, kendini takibe zorlayıp besteyi bozduğu için Atatürk'ü bir gün darıltmış; ‘‘Bu işi bana bırakınız’’ diyerek…
Ergenekonun içini tam bilmiyoruz. Onun içinde gerçeğe yakın olan şeyler var ama tamamen uydurma olan şeyler de var. Bugünkü iktidarın daha doğrusu cemaat ve tarikatın iki temel düşmanı vardır: Atatürk ve Silahlı Kuvvetler. Halkın içinde ahlaksızlar da varsa, ki her dönem olur bu. Ama kendi dirayetiyle ve devlet gücüyle ahlaksızlıklara değil ahlaklı olana ışık tutar. Dolayısıyla eğer polis dar gelirli halkın evlatlarından oluşuyorsa, dar gelirli ailelelerimizin evlatları silahlı kuvvetlere iktisap ediyorsa halkın içinde ahlaksız varsa, silahlı kuvvetlerde de ahlaksızlık mikrobu vardır, emniyette de vardır, sermayede de, siyasette de, medyada da vardır. Bilmem ne gribi şuraya bulaşmaz diye bir şey diyebilir miyiz? Ahlaksızlığın da aşısı ahlaklı olmaktır. Silahlı Kuvvetler içinde de ahlaksızlar vardır ama emir-komuta zinciri çok sıkı olduğu için ahlaksız insanlar yakalandıkları an atılırlar ya da emekli olduktan sonra ahlaksızlarını serbest hayatta sürdürürler, silahlı kuvvetlerin güzel yanı budur. Emniyette daha fazla ahlaksızlık vardır, demek ki emir-komuta zinciri daha gevşektir. Gazeteden okuduklarımızın içinde emniyetteki ahlaksızlıkların daha fazla olduğunu gördük. Çünkü siyasetle, sermayeyle, medyayla çok iç içe. Silahlı kuvvetler, dediğim doğrultuda daha temiz kalmış. Bu onların içinde ahlaksız yok anlamına gelmez, onlardan ahlaksızlık yapan çıkmaz anlamına gelmez.
“ERGENEKON MESELESİNİN ESAS AMACI, SİLAHLI KUVVETLERİN YIPRATILMASIDIR.”
Sanıyorum bu Ergenekon meselesinin esas amacı, silahlı kuvvetlerin yıpratılmasıdır. Tabi ki varsa bu kişiler, onların yargılanıp mahkum edilmesi, bunu da silahlı kuvvetleri yıpratmadan yapılması gerekirdi. Atatürk’ü yıpratmayı beceremediler. Yapamazlar. Yüzlerine gözlerine bulaşırdı. Çünkü Atatürk’ün bir kolu ilahi bir koldur, yukarıdan gelir, ona hiçbir şey yapamazlar. Onun için silahlı kuvvetler yıpratılmak isteniyor, bu yanlıştır.
“ERGENEKON’UN BÜYÜK YÖNÜ, TİYATRO”
Bana büyük yönü,’ tiyatro’ olarak gelen bir durum Ergenekon. 2007’den-2011’e netleşmedi, varsa içinde birileri muhakkak bunun ordu içinde de kolları vardır, siyasette sermayede olduğu gibi ama orduyu yıpratmak için kullanılıyor, Atatürk ve silahlı kuvvetler ne kadar yıpratılırsa bu arkadaşlar nihai hedeflerine o kadar çabuk ulaşacaklarını zannediyorlar.
“MÜNİR BABA TAM BİR BEYEFENDİ İDİ, BİZ ÖYLE DEĞİLİZ”
Babanızın Atatürk’le barışma sahnesi de ilginç. Bir rakı bardağını kafasına koymasını istiyor ve Münir baba, emniyetli şekilde Atatürk’e bakınca, kurşun, arkasındaki direğe isabet ediyor, bu şekilde sesini olduğu gibi zekasın ve cesaretini de ispatlamış oluyor. Tayyip Erdoğan, sesini, zekasını ve cesaretini ispatlayamadı mı sizce?
Münir baba ile ilgili düzeltme yapayım. Son döneminlerinde ablamdayken sordum, “Başıma rakı bardağı koydurtmadı, o giyomtel mi, olacak iş değil, sadece elimde tuttum, silahta boşmuş, fondip yaptık, anlımdan öptü, ben onu elinden öptüm, -sesin gibi cesaretin de kuvvetliymiş, ya silah dolu olsaydı, seni vursaydım, korkmadın mı diye sordu, bende -Ben niye korkayım paşam, siz korkun, halka ne cevap verecektiniz, dedim” diye anlattı. Son son noktasına kadar sivri bir adamdı Münir baba ama görüntüsü benim gibi sivri değildi. Çok sakin, kibar, esprili, eski Osmanlı beyefendisi. Bizler tiyatrocu ananın sivri bir çocuğu olarak daha farklı görüntümüz var. İnsanlar beni gördüğü zaman, dur fazla bulaşmayalım der, Münir baba tam bir beyefendi idi, biz öyle değiliz. Çünkü bize o fırsat tanınmadı, öyle olsak yerler, ezerler bizi.
“BEN BU İKTİDARDAKİ KARDEŞLERİME 8 YILDIR EN UFAK BİR MUHABBET BESLEYEMEDİM.”
Diğer konuya gelince, ahlaklı insan, ahlaklı yurttaş vasıfları varsa Tayyip Erdoğan’ın veya Cumhurbaşkanımızın yaptığı siyasette ahlaklıdır, yaptığı belediye başkanlığı da ahlaklı olur. Tayyip Erdoğan, ahlaklı insan mı, ahlaklı yurttaş mı, o konuda netsek geri kalanı çok kolay. Ben orada net değilim. Makamlara(Başbakanlık, Cumhurbaşkanlığı, Genelkurmay Başkanlığı) saygı, bunlar hepimizi temsil ederler, hangi partiden olursa olsun makama saygı, yurttaşlık görevidir. Ve tüm bu kardeşlerimiz, Yaradan’ın bir eseridirler, ben manevi dünyası olan, manevi dünyasına bağlı bir insanım. Yaradan’ın yansımalarıdır, değerlidirler. Herkes, Hitler ve Abdullah Öcalan da dahil olmak üzere. Mussoluni de dahil, Yaradan’ın resmidirler. Ama onlar içlerinde şeytanı birinci plana çıkartmışlardır, orada suç, Yaradan’ın değil. Hastalanırlar, tedavi edilirler, değerlidirler. Ama ben bu iktidardaki kardeşlerime 8 yıldır en ufak bir muhabbet besleyemedim. Muhabbet, şahsiyetlere beslenir, ben bu kardeşlerimizin kişiliklerine en ufak bir muhabbet, sevgi besleyemedim. Ahlaklı insan ve ahlaklı yurttaş konusunda bana güven vermediler. Cumhurbaşkanı insan olarak, Başbakan insan olarak benim gönlümü beslemediler. Kusura bakmasınlar.
“BEN ÇOK ALÇAK SOLCU GÖRDÜM.”
Solculuktan beslenebiliyor musunuz peki? Çünkü solculuk sizi 12 Eylül’de yasaklılığına götürür. 8 sene yurt dışına çıkamayıp, uzun süre konserler veremediniz. Bu mahrumiyeti solculuk masumiyeti ile mi unuttunuz?
İki davadan 15 yıl hapsim istendi. İnanır mısın hiç öyle görmedim ve mahkemelerime kendim gittim, Silivke’ye. Beni görünce çok şaşırdılar, iki davamda da, niye geldiniz, avukatınızı gönderseydiniz, dediler, yok dedim, ben sizleri görmek istedim, böyle bir şeyi yaşamak istedim.
Peki bugünün solcuğuna baktığınıza, çektiğiniz eziyete değdi mi?
Bugünün solculuğu diye bakmıyorum ben. Solculuğun ana özü, ahlaklı insan olmak, emekten yana olmak. Ben ona sahip çıkıyorum. Böyle korunmuyorsa o koruyamayanların kabahati, bana ne? Bugün din, iktidar partisi tarafından nasıl kullanılıyor, ticaret için kullanılıyor,dinin kabahati mi bu? Bugünkü sol siyasi örgütler ya da sol görüşlü olduğunu söyleyen kardeşlerimiz, insan olmadan emek olur mu? Bir tek emek bazında “sermaye sahibi bu kadar kazanıyor, ben bu kadar kazanıyorum” demek şeklinde görmüyorum ben solu. İnsan ve emek beraber solda. Alçak, ahlaksız işçi yok mu? Ahlaksız solcu yok mu? Ben çok gördüm. Konsere çıkardım, sendika konser sonrası paranızı verecek olurdu, kimse yok ortada, piyano kirasını, tesisatı cebimden öderim. Ben çok alçak solcu gördüm. Onun için ahlaksız namaz kılan gördüm. Vardır zaten, “En büyük afet, namazı gösteriş için kılanlara” diyen bir ayet. Emek, Maun Süresinde var, Kuran’da olan bir şeydir. Müslüman olduğunu söyleyen ama ahlaksız olduğunu bildiğiniz biri mi dostunuz olsun, yoksa ahlaklı olduğunu bildiğiniz bir Hıristiyan mı? Hiç düşünmem, Hıristiyan’dır benim dostum. Ahlaklı sağcı ile ahlaksız solcu arasında hiç düşünmem, ahlaklı sağcıdır, benim dostum. Bu çok anahtar bir şey.
“AHLAKLI İNSAN REÇETESİ: ÜRETKEN OLACAKSIN, DAMIN AKMAYACAK”
Ahlaklı yaşam; üretkenlik, paylaşımcılık, haksızlıklara karşı dik durmaktır. Bana soruyorlar, ahlaklı insanın reçetesini. İşte bu. Üretken yani sağlıklı bir ailede büyüyeceksin, damın akmayacak, doğru besleneceksin, devlet ve aile sana doğru bir eğitim verecek, her eğitimi devlet vermesin, anan seni koklayarak büyütecek, cesareti anandan öğreneceksin, sabrı anandan öğreneceksin, kadın başka bir şey.
“O KADAR SALAK KADINLARLA ÇEVRİLİYİZ Kİ”
O kadar salak kadınla çevriliyiz ki, hiçbir karşılık beklemeden evladını besleyen kadın, bütün silahlı kuvvetleri getir karşısına, evladını almak iste, ne top dinler ne tüfek. Kadın da böyledir, hayvan da. Bizim kadınlarımız nasıl erkekleşebiliriz, şu mevkiye nasıl gelebiliriz diye bakıyorlar. Televizyondaki haber okuyan kadınlara bakıyorum; boyunları uzamış hırstan, damarları kabarmış, inanılmaz bir hale gelmişler. Her halde diyorum ben, bu kadınlar televizyonda yatıyorlar, eve giderlerse şayet, yerlerine birilerini koyacaklar. O güzelim kızlar nasıl o hale geldi? İçim yanıyor. Bazıları, kocasıyla kavga etmişse, haber sonunda soyadının sonundan kocasının soyadını kaldırıyor. Diyorum ki benim yönetmen arkadaşımla kavga etti bu diyorum, hakikaten soruyorum, sabaha kadar karısını dövdü, buralarda bir yerde otururlar, sonra barışırlar, bizim yönetmen kardeşimizin de soyadı var…Veya kocasını boşuyor, var öyle…-Ya sabah gidiyorsun hanım, iki tane çocuk, gece yarısı geliyorsun, bulaşık bende, yemek bende, kadın görmüyorum napıyım yani? Bu haberci kadınların başlarına ne gelecek kocalarıyla yada sevgilileriyle, aynen çıkıyor çünkü okuyorum. Anamın tiyatro provalarından yetiştim ben. Tiyatrocu kadın alem bir şeydir, hem şeytan hem devrimcidir, anamın dönemi. Onun için bir kadının el hareketinden, duruşundan kafasından ne geçiyor anlarım, hiçbir kadın beni kandıramadı bugüne kadar. Görmüşümdür, görmemezliğe gelmişimdir ama yeri geldiğinde de –Sen ne zannettin, senin karşında Timur var! Noktasına geliniyor. Bu Timur hocayı kandırmak çok zor.

“MEHMET BARLAS İKTİDARI ELEŞTİRMEYE BAŞLAMIŞSA, O HÜKÜMET GİDİCİDİR”
2000 yılında çıkarttığınız ‘Şeçkiler’ adlı albümün kapağında, müzik anlayışınızın yanı sıra, öfkeli bir siyasi yazı olduğu dikkatimizi çekiyor. Yazarlar ve yazılar da sanırım siyaseti okuyan gözleriniz?
O yazıyı Ertuğrul Özkök de bölüm alıp, köşesinde yayınladı. Tam bir siyasi manifesto ve ihtiyacımız olan bir yazı diye. Ertuğrul bey ile hiç tanışmadık ama güzel yazıları vardır. Onun ötesinde de kimsenin görmediği şeyleri yakalamak için okurum. Mehmet Barlas’ı da, Nazlı Hanımı da okurum. Mehmet Barlas’ı da, Nazlı Hanımı da, Ertuğrul beyi de ileriye dönük iktidarlar ne şeytanlıklar planlıyor, onların satır aralarından yakalamaya çalışırım. Mehmet Bey de genelde, hangi parti iş başındaysa o doğrultuda yazmaya gayret eder. Nazlı Hanım da öyle. Ertuğrul Bey de öyle. Eğer eleştirileri açık seçik olmaya başlarsa iktidarlar gidicidirler. Onun için ben çok dikkat ederim bu yazarların yazılarına. Ama bu şeytanlıkla takip ederim.
“YENİ KUVAY-İ MİLLİYE RUHU OLUŞTURMALIYIZ”
Hasan Pulur da şunu yazmış köşesinde.”Timur Selçuk çözümü buldu gösterdiği hedef şu "Çağdaş bir Kuvay-i Milliye ruhuyla yeniden başlamak mecburiyetindeyiz." Sizce çözüme bu kadar yakınmıyız?
Kendi içimizde bunu gerçekleştirirsek, dediğim gibi üst kimlik asla siyasi, etnik ve dini değil. Ahlaklı insan, ahlaklı yurttaş. Kuvay-i Milliye ruhunu bunun üstüne kurarsak, Türkiye’de yaşayan azınlıklarla her şey daha iyi olur ben öyle demiyorum, onlar, gayri Müslim Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarıdırlar. Benim üç çok sevdiğim hocam va; Matmazel Cemuryan, Jirayr Aslanyan, Elizabeth Aslanyan, Hermeni Kalusyan. Bu okulda da, evimde de kiracıyım, ikisinde de ev sahibim, Ermeni yurttaşlarımızdır. Bana çok emekleri vardır. Onun için birinci sınıf yurttaştırlar. Bütün bu ahlaklı yurttaşlar, biz elele, omuz omuza bu güzel günleri (Yeni Kuvay-i Ruhu bu) oluşturmak zorundayız, güç bizdedir, yeter ki üzerimizdeki ölü toprağını atalım.
“EMEK SÖZCÜĞÜ, AHLAKLI İNSANIN AĞZINA YAKIŞIR”, “SOSYALİST DEĞİLİM, TOPLUMCU DÜNYA GÖRÜŞÜNE SAHİBİM”
1976’da 1 Mayıs marşını Taksim meydanında tüm işçilerle birlikte söylemiştiniz. Ertesi yıl Kanlı 1 Mayıs yaşandı. Ve geçen yıl aynı marşı aynı yerde kitlelerle paylaştınız. Sizce 1 Mayıs’ın etkisi daha ne kadar sürer ve ülkemizin üzerindeki kan izleri silinir mi?
1 Mayıs her zaman etkilidir. Çünkü bir emek bayramıdır. Emek sözcüğümü telaffuz etmek, en çok ahlaklı insanın ağzına yakışır. Dediğim gibi çok ahlaksız sendikacı, çok ahlaksız işçi de gördüm, bunları yüksek sesle söylemek gerekir. Sosyalizm adına yapılmış, Sovyetler Birliğinde, Çin’de, Küba’da insanlara çektirilmiş olan acıları yüksek sesle sol görüşlüyüm diyen insanların söylemesi, teşhir etmesi gerekir. Bunları ben bugüne kadar duyamadım. Onun için ben sosyalistim demek yerine,”Toplumcu dünya görüşüne sahip, ahlaklı bir insan olmaya gayret ediyorum” derim. Sosyalistim diyebilmem için, bütün bunları bir yerlere çıkıp anlatmam lazım, onun için de bunun tarihini araştırmam ve yazmam gerekir belgelerle. Artık bunu da benden beklemesinler, bunu sosyalistim diyen arkadaşlar yapsın lütfen. Ben sosyalizm adına yapılmış gayretleri de okumak, görmek isterim. Onun için ben toplumcu dünya görüşüne sahip ahlaklı bir yurttaş olmaya gayret ediyorum, benim çapım bu kadar.
“EKONOMİ TIKIRINDA DAHA UZUN YILLAR SÖYLENECEK GİBİ”
Ekonomi tıkırında, ekonomi tıkırında adlı bir şarkınız var. Bu Tayyip Erdoğan’ın “teğet” ifadesi bazı kesimlerce çok eleştirilse de, sanırım bütün dönemlerin özelliği ekonomiyi tıkırında göstermek?
Daha çok söyleyeceğiz onu galiba. Ben bildim bileli, 78’de besteledim, en son geçen sene Ali Kırca, programında çalmış. Galiba ben ölene kadar bu şarkı söylenecek herhalde. Her konserimde söyletiyorlar bana çünkü.
“ALLAH İLE GÖNÜL BAĞIM ÇOK YOĞUN”
“Sosyal sigortalardan emeklilik şarkım” dediğiniz bir “İspanyol Meyhanesi” parçanız var. Bu ülke için en çok hangi konularda lazım olduğunuzu düşünüyorsunuz? Yani emeklilik sürenizi ne uzatır?
Sağlıklı yaşamaya devam edersem, duyarlılıklarını kaybetmezsem, mücadeleci yanımı kaybetmezsem, üretkenliğimi kaybetmezsem, Yaradan herhalde o inişe geçtiği zaman beni hırpalamayacak, sanıyorum. Çünkü gençlik yıllarımda çok hastalık yaşadım. İki defa ölümden döndüm. Benim üretkenliğimin bittiğini görmem de benim için büyük bir acıdır. Ya da başımın bir biçimde eğildiğini görmem de benim için büyük bir acı olur. Herhalde onu bana yaşatmayacaktır, Allah. Gönül bağım çok yoğun onunla. Her duamda onu derim:”Çekmeden çektirmeden beni yanına al” diyorum. Öyle diyorum ama o da bana gülüyordur herhalde, olur sana sorarım diye, sen planını yapmışsın diye herhalde halime gülüyordur. Umarım dualarımda ettiğim gibi olur, başım hiç eğilmemeli benim.
“ÖĞRENCİLER, FARKLILIKLARINI BİRBİRLERİYLE SINIR OLUŞTURACAK ŞEKİLDE KOYMASINLAR”
Belki başınızı eğdirecek diye kaçınıyorsunuz politikadan… Atatürk Kültür Merkezi’nde verdiğiniz bir konserde “Başı mı açık yoksa başka bir yeri mi açık gibi tartışmalara girmeyelim artık. Kızlarımızı, değerlerimizi savunalım. Beni kızdırıyorlar, sonunda siyasete atılacağım” demiştiniz.
Aman Allah saklasın. Yok hiçbir zaman. Bana acı veriyordu, başı açıktır, kapalıdır. Ya yazık günahtır, bırakın kadınlar kızlarımızı,zaten erkek egemen toplumda eziliyor, bırak nasıl istiyorsa örtsün. Bir röportajda, ben yakıştıramıyorum kızlarımıza baş örtüsü yakıştıramıyorum, niye bir kız babaannesi gibi başını örtsün kardeşim, bırakın istediği gibi örtsün başını, gözünün rengine ne yakışıyorsa, yüzünün formuna ne yakışıyorsa, gülümsemesine ne yakışıyorsa, bırakın öyle örtsün başına, ister şal atsın, ister kafasına sefer tası koyup bağlasın tarikatlarda olduğu gibi….kardeşim sen misin bunu diyen? Nasıl dinlediyse, -Hocam size yakıştıramadık, baş örtüsünü yakıştıramıyormuşsunuz kızlara? “Ay salak” dedim eşime, beni neresiyle dinledi bu? Tabi ki öğrencilik yıllarında evlatlarımız, farklılıklarını birbirleriyle sınır oluşturacak şekilde koymasınlar isterim. Yani zengin bir ailenin kızı, arabasıyla kapıya kadar gelip, arabayı bırakıyor, Bilgi Üniversitesinin Kuştepe kampüsünde görev yaptım, oradaki roman yurttaşlarımız park ediyorlar arabayı, bu da olmasın. Efendim ben çok dindar bir ailenin kızıyım, başımı da örterim, kıçımı da….bu da olmasın kardeşim…
“CEMAATTEN BESLENEN BİR AİLENİN KIZI BAŞINI AÇAMAZ”
Bunlar 3-4 yıl eleele, cancana olacaklar, bırakın sonra nasılsa bazıları ahlaklılar yoluna, bazıları ahlaksızlar yoluna gidecek, bari, şu 3-4 yıl, farklılıklarını minimale indirmeli. O kadar şık giyinmesin üniversiteye gelirken, herhalde üniversiteye gelirken, zengin koca bulmaya geliyor kızlar, sonra zaten attılar beni Bilgi Üniversitesinden. Öbürü de zaten, ben çok dindarım, ben sizin bildiğiniz kızlardan değilim diye başını örtüyor, ne gerek var buna? Hangi baskıyla örtmeye başladı? Annesi babası, hangi tarikatın, cemaatin üyesi, o cemaat, tarikat onlara iş buldu, annesiyle babasıyla evlendirdi, o çocuğu okuttu, üniversiteye kadar geldi…nasıl açsın başını o kız? Mümkün değil! Onun için rahat bırakalım.
“GAYRİSAFİ MİLLİ HASILA YÜKSELİYOR AMA GAYRİAHLAKİ MİLLİ HASILA AŞAĞIYA İNİYOR MU?”
Aziz Nesin’in unutulmaz eseri “Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz”oyunundaki müziklerin bestesini de siz yaptınız. Bu oyunda, “Yanlış insan, yanlış bürokrasi, eksik belge, eksiltilen ve hiçe sayılan insanlar” anlatılıyor. Günümüz siyasetinin en büyük eksiği ahlak altında mı toplanıyor yani?
Evet hala oynuyor, Adana’da ve İstanbul’da…Bence öyle. Her zamankinden daha fazla ahlaka ihtiyacım var. Gayrisafi Milli Hasılamız kişi başına 10.000 bilmem ne dolar. Diyorum ki ben de:”Gayrisafi Milli Hasıla yükseliyor, tamam peki Gayriahlaki Milli Hasıla aşağıya iniyor mu?”Ahlaksızlık aşağı inerken mi, Gayrisafi Milli Hasıla yükseliyor, yoksa ahlaksızlıkla mı beraber yükseliyor? Çünkü kazanılan o para, eşit şekilde mi düşüyor her kafa başına, hayır. Sadece belli ellerde toplanıyor. Bu kadar yoksul, Milli Geliri bu kadar olan başka bir ülke var mı? Ne utanmazlıktır ya, nasıl çıkıp bir Başbakan yada Bakan bizim gözümüzün içine bakarak söyler? Açlık, onun üstü yoksul dolu her yer. Sen önce Gayriahlaki Milli Hasılayı aşağıya çek, sevgili iktidar!
90'lı yılların başında bestelediğiniz tarihten 16 yıl sonra Sarı Naciye müzikali İstanbul Devlet Opera ve Balesi'nde sahnelendi.
Orada genel müdür deyişti. Yeni gelen genel müdür, bütün yerli eserleri kaldırdı sağ olsun. Selman’ın, benim, Hülya’nın bir oyununu kaldırdı, herhalde İtalyan hükümetinden bir takım maddi-manevi destek alıyor ki, hep İtalyan eserlerine meraklı bir kardeşimdi. Kapalı gişe oynayan oyunu kaldırdılar.
“İNTERNET DENİLEN SİLAHI KULLANIYORUM”
Geç fark edilen eserleriniz oldu mu, 20 yıl sonra kadri, hikmeti anlaşılan?
Tabi tabi. Şimdi ben kendi siteme bir müzik bölümü yaptım, yavaş yavaş şarkılarımı ve notalarımı koyuyorum. Çünkü artık kalan zamanım az. Yaşadığım kadar yaşamayacağım. Dolayısıyla internet artık bir silah. Dünyanın her yerinden o siteye girip, benim şarkılarımı ve notalarımı, oda müziklerimi, senfonik müziklerimi dinleyebilsin insanlar. Çünkü bizim orkestralarımızın hepsiyle dostluğumuz vardır, kalkıp gittiğim zaman, kırmazlar muhakkak bir dahaki sene için programlarına alırlar, çalarlar, gene oyunları en çok seslendirmiş,Bir uzay masalı 2,5 sene oynadı. Opera formunda değil ama dramatik lirik sanat çalışması olarak bayağı değişik bir çalışmadır o, Yunus Emre yılında bestelediğim. Ankara devlet balesi için bestelediğim oyunu kendim yönettim, 2 sezon oynadı, aynı dönem burada ‘Bir uzay masalı’ oynadı, 2.5 sezon. Bu, Sarı Naciye çok uzun mücadelelerden sonra 1 sezon oynayabildi, bu da büyük başarıdır. Şanslıyım gene de.
Bu eser, geleneksel ile çağdaşı , Lirik dramatik üslubuyla harmanlayan eşsiz müzik yapıtı ile sahneye kondu. Toplumsal sorunları unutturmak için mi unutturmamak için mi konu ettiniz şarkılarınıza?
Dramatik, lirik ve çağdaş bir oyundu. Yine oynanacaktır eminim ben. İşsizliği anlatıyor… Toplumsal sorunları unutturmamak tabi ki. Güç kazanmak. Mesela orman yangılarıyla, çevreyi talan eden çevreci bir yanı var Sarı Naciye’nin. İşsizlikle, törenle ilgili, kızını öldürmek için yola çıkar fakat Recep abi, değiştirdi sonra onu, öldürmedi, çok yanları var, kadın kadının düşmanıdır, kurdudur, sosyal yanı var. Yani gene de bir sezon oynadı.
Bir programda: "Ben tatlı su balığı değilim, açık denizlerin beyaz köpekbalığıyım. İnsanlar beni sevsin diye merakım hiç olmadı.”demiştiniz. Peki insanların sevgisi olmadan nasıl yürür bu meslek? Başkasının sevgisine ihtiyaç duymayacak kadar güveniyorsunuz galiba kendi meslek sevginize?
İnsan kendi içinde yarattığı sevgi ile beslenir. Ben, beni tanımayan, hiç bilmeyen halkımızı her şeyi göze alacak kadar seviyorum, o sevgi bana yetiyor, onların beni sevmesine gerek yok ki.
“HALKIMIZ ATATÜRK VE MÜNİR BABAYI UNUTACAKSA, PEYGAMBERİMİZİ DE UNUTUR”
Münir Babayı sevenleri küstürdüğünüz bir dönem oldu. Telif hakları gerekçesiyle babanızın ve kendi bestelerinizin okutulmaması kararınızı açıkladınız.“Ben sosyalistim, emeğe saygı” dediniz. Böyle giderse babasını unutturacak diyenlere rağmen haklı bir önlem miydi bu?
Tabi. Hala onu savunuyorum. Eğer Atatürk, Münir Nurettin unutulacaksa, unutulması için bana ihtiyaç yok. Sevgili halkımız unutacaksa bu iki insanı, demek ki Peygamber Efendimizi de unutacak demektir. O halkı ben kurtaramam. Ama benim gönlümdeki halk böyle bir halk değil. Benim tek silahım bu, telif hakları konusunda. Umumi helalarda ve randevu evleri dahil, bir müzik çalındığı zaman, onun bestecisi ve söz yazarı Amerika’daki, Afrika’daki gibi telif haklarını alıyorsa, ben niye Münir babanın eserlerini yasaklayayım? En fazla diyeceğim şudur, ne olur bozmayın bu eseri, tahrip etmeyin, rakı mezesi yapmayın. Ha meyhanede, radyoda, televizyonlarda dilediğiniz gibi okuyorsunuz, nasıl isterseniz okuyun, zaten bana danışmıyorsunuz, beş kuruş telif hakkı ödemiyorsunuz ama sahneye çıktığınızda para alıyorsunuz, okuduğunuz şarkının bestecisine, söz yazarına da bir şey ödemiyorsunuz, bestecilere bakın, biz huzur evlerinde hayatımızın sonunu tamamlıyorsunuz. Siz, binlerce lira kazanıyorsunuz, kimseyi zorlamıyorsunuz konserinize ya da gece kulübüne gelsin dinlesin diye, kazandığınız parada gözüm yok, daha çok kazanın ama deyin ki kulüp sahibine, ‘Ben bu akşam şu repertuarı okuyacağım..Hacı Arif, Münir Nurettin…bunların telif hakları için bir bütçe ayıralım ve bunu meslek birliğine yatıralım’ ben geleyim sizin elinizi öpeyim. En önde ben oturayım, rakımı koyayım, şerefe diyeyim. Bir dönem MESAM’da yönetim kurulunda çalıştım, hiç olmazsa aslına uygun okuyun arkadaşlar diyorum. Yani banda alacaksanız, Münir babayı yattığı yerde taciz etmeyecek gibi okuyun ve açıktan şu an telif hakları geçerli olmadığı için, bunları konserde söyleyeceğiz, bana da bir para vermeyeceğinizi biliyorum, açıktan da bana şu kadar da bir ödeme yapacaksınız, bitti.
“DİZİ YAPIMCILARI MÜNİR BABANIN ŞARKILARINI PAHALI BULUYORLAR”
Münir babanın şarkılarını dizilerde kullanmak istiyorlar, kendi sesinden olacak diyorum, başkasına okutturmam dizide, bu sefer fiyatını çok buluyorlar, o zaman sen git başka birinin şarkısını kullan kardeşim, Münir 750 liralık adam değil, bitti. Alacaksın Münir babanın şarkısını 100 sene kullanacaksın, kullanılsın, yaşasın ama bu adam kendi ülkesinden telif haklarından bir kuruş alamadan öbür aleme gitti. Hala sömürüyorsunuz ya ve benim gibi biri sessiz kalacak, yok arkadaş, ben boyun eğmem. Mısır’dan, Lübnan’dan telif hakkı gelirdi babama, Fransa ve Amerika’yı saymıyorum. Ben öğrenciyken Münir babanın telif haklarını bana verirlerdi, harçlık yapardım onu. Dünyanın en kötü kişisi deyin bana. Hiç umurumda değil. Ben ömrümü adadım bu halka ya. Sorsan kim Timur Selçuk diye, herhalde isim de tarihi, soyadı da tarihi ya, diyecek ki çok kültürlü halkımız:Ulubatlı Hasan’ın silah arkadaşı. Gerçekçi olalım, bugün gençlere soralım bilmezler benim ne yaptığımı. Hala ben bu sevgiyi yüreğimde, cahili, aydını, türkü, kürdü, cahili, fakiri, buramda kardeşlerimdir diye saklıyorsam, benim sevgili halkımızın sevgisine ihtiyacım yok, benim onlar için duyduğum sevgi beni beslemeye yetiyor.
Nükhet Duru'yla Açıkhava'da verdiğiniz nostaljik konserde seyircilere şöyle seslenmiştiniz: "Bu şarkılardan anlayanlar hala yaşıyor, ben de hepsi huzurevinde zannediyordum." Türk muzikisinin genç jenerasyonu içine çekebilmesi için öncelikle neyin yerine getirilmesi gerekir?
“Ya huzur evinde, ya öbür alemde, huzur tur getirdi herhalde sizi buraya” diyorum. Çok güldüler. Öyle ama hakikaten. Gençler merak ediyorlar Türk müziğini de, halk müziğini de. Eskiye göre daha iyi.
“MÜZİĞE ÇOK SESLİLİĞİ GETİRDİM”
ODTÜ Mezunları Türk Sanat Müziği Korosu, “Bir Tatlı Huzur” konserleri düzenlemişti.
Tabi tabi. Eskiye göre daha iyi. Şimdi TRT müzik kanalında. İstanbul Oda Orkestrasını 77’de kurdum, kendi çalışmalarım içine aranjör olarak, 70 li yılların başında pop müzik şarkılarının içine; kanun, ud, kemençe, tambur koymaya başlayan kişiyim. Benim arkadaşlarımız ve halkımız unutkandır. TRT müzik kanalı çok sesli bir şekilde bu müzikleri yapmaya başlıyorsa, müsaade edin de benim de bu çorbada tuzum oldu.
“EUROVİSON ŞARKISI, BİR SENE TÜRKÇE BİR SENE İNGİLİZCE SÖYLENSİN”
Çorbamız bayağı tuzluydu, 1989 yılında çünkü iki şarkı ile Eurovision elemelerine katılmıştınız. İştiraklerinizin oldukça çok olduğu Eurovision yarışmasında, Yüksek Sadakatin, ‘Live it up’ şarkısıyla şansını nasıl görüyorsunuz?
İki şarkı ile. Biri birinci, biri üçüncü oldu. Bana bana birinci oldu, diğeri üçüncü oldu. ‘Live it up’ı dinlemedim, kulağıma çalındı. Dinlemek başka, kulağına çalınmak başka. O tarz pop müziğin çok dışındayım. Bugünün geçerli diskoteklerde hoplayıp zıplayıp söylenen pop müzik parçalarını takip edemiyorum. Duyabildiğim kadarıyla o tarza yakın bu kardeşlerimizin parçası. Dikkatli de dinlemedim, başarılar dileyebilirim sadece. İngilizce galiba sözleri, tabi öyle bir yarışmada Türkçe de söylenebilir, İngilizce de söylenebilir, bu o şarkıyı söyleyen yada o şarkıyı sipariş edenlerin aldığı bir karardır. Bunun eleştirilecek bir yanı yoktur. Olsa olsa “Bir sene İngilizce, bir sene Türkçe söyleyin” diyebiliriz. O türü takip edemiyorum ben. Çok uzağımda benim. Hem yaşım hem merağım gereği. Onun için ne desem boş, başarılar dilemenin ötesinde bir şey yapamam.
“ARABESK, ANTİ EMPERYALİST BİR MÜZİKTİR”
Sizin uzak olduğunuz ama eleştirdiğiniz bir müzik tarzı var, o da arabesk. Münir Nurettin, küçükken bir gün ‘‘Bach'ın müziğini hiç sevmiyorum’’ diyen kızı Meral'e bir ay her gün saatlerce Bach dinletmiş ve sözünü geri aldırmıştır, ‘‘Kötü müzik yoktur, dinlemeye alışmamış kulak vardır!’’ diyerek. Siz de o müzikten alınacak bir gıda olmadığını düşünüyorsunuz sanırım.
Olabilir, kaliteli müzik, ahlaklı müzik diyelim ona da. Ahlaktan yola çıktık madem. Bu müziği yapmaları konusunda bir engel çıkarsa, onlarla birlikte yürürüm diyorum, benim o müziklerden alacak bir besinim yok ayrıca arabesk, anti emperyalist bir müziktir. Türkiye’de iyi ki var, bütün bunları söyledikten sonra, arabesk olmasaydı şayet, bugün bütün piyasa Anglosakson ve Amerikan disko müzikleriyle dolup taşacaktı diyorum. Bütün bu üçünü de güzel değerlendirmek lazım. Arabeskten alacak bir besinim yoktur, burada iki yüzlü olmanın bir anlamı yok.
ALEVİ, KÜRT AÇILIMI DİYE BİR ŞEY YOKTUR.
Ben son olarak Nazım’dan bestelediğiniz, “Giderayak işlerim var bitirilecek, giderayak...” sözüyle röportajımızı tamamlamak istiyorum. Çok teşekkürler.
Ben teşekkür ederim ama son olarak çok önemli bir şey söylemek istiyorum. Alevi, Kürt açılımı diye bir şey yoktur. Sadece Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan ahlaklı insanların maddi-manevi hak ettiklerini yaşayabilmeleri ve bunun önündeki engellerin kaldırılması için gerçekleştirilecek topyekün yeni Kuvay-i Milliye ruhuyla yapılacak bir devrim söz konusudur.
Aileler mutfaklarını 'ev restoranı'na çeviriyorlarİnsanlara evinin mutfağını açan ve sofraya bir sandalye ve tabak daha koyan İngiliz aile “İnsanlar evde 3 £'a yapabilecekleri makarnaya 22 £ ödemekten bıktılar” dedi.07 Aralık 2025 Pazar 11:00YEME İÇME
Kızıllı, “palamut turizmi” için turistleri bekliyorYaşlı Meşe Palamudu ağaçlarıyla süslü Kızıllı köyünün geçmişi M.S. 6-7 yüzyıl Doğu Roma(Bizans) Dönemine kadar gidiyor. Kızıllı'da Geç Antik Döneme ait 5 Türk Ali isimli tarihi kuyu bulunuyor.07 Aralık 2025 Pazar 10:00TURİZM
Side antik kentte yaşlı Almanlar için kültür turları başladıAlman turistler kaldıkları otelden yürüyüş yaparak 25 dakikada Side antik kente ulaşıyor. Kış döneminde tarihi ören yerine Almanlar bölgedeki antik eserleri gezdiler.07 Aralık 2025 Pazar 09:00TURİZM
Akseki'nin Çimili Keçi Peyniri Coğrafi İşaretli olduAkseki'nin Ekşi Tarhana Çorbası, Akseki Filizli Pilavı, Akseki Saraylı Tatlısı ve Akseki Çimili Keçi Peyniri başvurusu Antalya Ticaret ve Sanayi Odası (ATSO) tarafından kayıt altına alındı06 Aralık 2025 Cumartesi 14:00YEME İÇME
IIFF'nin bu yılki teması: “Sürdürülebilirlik"MOSFED her yıl organize ettiği dünyanın en prestijli mobilya fuarlarından biri olan Uluslararası İstanbul Mobilya Fuarı'nın (IIFF) bu yılki temasını "sürdürülebilirlik" olarak belirledi.06 Aralık 2025 Cumartesi 13:00MICE
Dünyanın en iyi 100 şehri içinde İstanbul yer aldıDünyanın en iyi 100 şehri belirlendi. Los Angeles ve Orlando sıralamada yükseliyor. İstanbul 2025'te uluslararası varışlar açısından ilk 10 şehir arasında 5'inci sırada yer aldı. 06 Aralık 2025 Cumartesi 12:00GÜNDEM
Marsilya’da 1 Euro’ya gurme yemekler yiyebilirsiniz!Marsilya'da yeni nesil restoranlar, üst düzey mutfağı toplum dayanışmasıyla harmanlayarak kaliteli yemek kavramını yeniden tanımlıyor.06 Aralık 2025 Cumartesi 11:00YEME İÇME
Turistik Tuz Ekspresi 10 bin ziyaretçiyi Çankırı’ya taşıdıAnkara’dan günübirlik gerçekleştirilen Turistik Tuz Ekspresi seferleri bugüne kadar yaklaşık 10 bin ziyaretçiyi Çankırı’ya getirdi.06 Aralık 2025 Cumartesi 10:00ULAŞTIRMA
2026'da iş seyahatleri ve MICE nereye gidiyor?Alman fvw.de dergisinin düzenrlediği panelde ele alınacak konular, sektör profesyonelleri için hayati önem taşıyor. Bu konuların derinlemesine tartışılacağı panel, fvw.de üzerinden ücretsiz olarak izlenebilir.06 Aralık 2025 Cumartesi 09:00MICE
Noel tatilinin gözdesi Antalya'ya Alman ve Rus akınıAntalya'da açık otellerde dolulukların, yılbaşı ve Noel dönemi yüzde 100'e ulaşması bekleniyor. Turizmciler, birçok otelin yılbaşı rezervasyonlarının şimdiden dolduğunu açıkladı.06 Aralık 2025 Cumartesi 08:00TURİZM
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2005 Türkiye Turizm











Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.