• BIST 8679.7
  • Altın 3023.533
  • Dolar 34.3304
  • Euro 37.4521
  • İstanbul 12 °C
  • Ankara 11 °C
  • Antalya 23 °C

Alaçatı Öykü Günleri sanata dair söyleşilerle ile sona erdi

Alaçatı Öykü Günleri sanata dair söyleşilerle ile sona erdi
Alaçatı Öykü Günleri'nde son günü yazarlar; öyküye, romana, tiyatroya dair merak edilenleri yanıtladı

ALAÇATI - Bu yıl ilki düzenlenen Alaçatı Öykü Günleri dopdolu bir söyleşi programıyla sona erdi. Birbirinden önemli isimlerin sahneye çıktığı etkinliğin son gününde yazarlar; öyküye, romana, tiyatroya dair merak edilenleri yanıtladı

1. Alaçatı Öykü Günleri son gününde de birbirinden önemli isimleri edebiyatseverlerle buluşturdu. Barış İnce’den Ferda İzbudak Akıncı'ya, Cengiz Toroman’dan Orçun Masatçı’ya kadar birçok sanatçı edebiyat yolculuğuna dair merak edilenleri anlattı.

Kolaylaştırıcılığını İz Gazete yazarı Batıgün Sarıkaya’nın yaptığı ilk panelde, “Divanlardan Çıkanlar” söyleşisiyle Barış İnce öyküye ve gazeteciliğe dair konuştu.

“Bizler hikâye anlatıcılarıyız, hikâye avcılarıyız. Gazetecilikti de böyledir” diyen İnce, “Aslında anlatmaya çalıştığımız başkalarının hayatlarıdır. Başkalarının hayatları üzerinden kendi hayatlarımızı anlamlandırma arayışı içerisindeyiz. Bu arayış bir bütün olarak dünyadaki farklı farklı hikâyelerin bir bütünün oluşturuyor. Dünyada okuduğumuz, yazdığımız tüm hikâyeler aslında bir bütünün parçalarıdır. Kendi arayışımızı, merak ettiklerimizi onlardan buluyoruz. Bu anlamda edebiyat en önemli empati sanatını oluşturuyor. Hikâye avcılığı balık tutmak gibi. Kimisini alıyorsunuz kimisi de denize bırakıyorsunuz. Anlatma isteği çok önemli bir duygu” açıklamasında bulundu.

‘İLGİM EDEBİYATA OLDU’

Gazeteciliğinde de olayları öyküleştirerek anlatmayı tercih ettiğini söyleyen İnce, “Gazetecilik yaşamım boyunca çeşitli hikâyeler anlattım ama çok haberci tarafında olmadım. Uzun yıllar yayın yönetmenliği yaptım. Bir gazeteyi yönettim. Haberi seçen ve sunana kişi oldum. Karşı tarafa nasıl geçirilebileceğinin düşünen taraftım. İlgim daha çok edebiyata oldu. Gazetede de benzer aslında; bir haber gelir ve nasıl sunarız düşüncesi de teknik bir düşünce. Kimi zaman şiirle birleştirmeye çalıştım, kimi zaman öyküleştirerek anlattım. Eğer gazetecilik anlamında bir başarım olduysa budur. Bunun dışında büyük haberler patlatmış, Türkiye’yi sarsmış bir kişi değilim. Ama gelen haberleri iyi bir biçimde sunduğumuzu düşünüyorum” diye konuştu.

‘EMEK KONUSU ÖNEMLİ’

Emek konusunun kendisi için gazetecilikte de edebiyatta da değerli bir konu olduğunu belirten İnce, “Gazetecilik açısından çok zor bir soru. Çünkü Türkiye’de yaşıyoruz. Okunma ve satış kaygısı gazetede önemli. Bir haber istediği kadar önemli olsun iyi bir biçimde sunamıyorsanız problem çıkıyor. Bunun ters piramit diye bir kuralla çözmeye çalıyoruz. En önemli unsuru bulup öne çıkarıyoruz. Edebiyatta da tam tersini yapıyoruz. Bir nebze özü saklıyoruz. okurun kafasında canlandırmasını istiyoruz. Öyküde, romanda vermek istediğimizi açıktan vermeye karşıyız. Roman, öykü bittiğinde anlaşılmasını tercih ederiz. Gazetecilikle arasında böyle bir fark var. Gazetecilikte anlattığımız kamu yararı taşımıyorsa anlatma ihtiyacı duymayız. Aynı zamanda toplumun çok ilgilenmediği konuşları çok iyi bir biçimde sunmalıyız. Çevre, emek gibi. Emek meselesi 80’den sonra fosil bir mesele gibi algılanmaya başladı. Bana komik geliyor. Pandemide eve tıkıldık. Dünyanın büyük güçlerinin bu sorunu çözeceğini düşündük ama olmadı. Kapımızı çalan kuryeydi, hastanelerde sağlık çalışanlarıydı. Yani emeğe kaldık. Dünyayı güzel bir şekle sokmaya çalışan insan emeğidir. Emek konusu benim için gazetecilikte de edebiyatta da değerli bir konudur” şeklinde konuştu.

‘KURMACAYA ÇOK ÇALIŞIYORUM’

Öykü ve roman yazarken kurmaca bir metin yazmanın zorluklarına da değinen İnce, “Öyle denize bakarken ilham gelip bin sayfa yazmıyorum. Üzerinde çokça çalışıyorum. Kurmacanın unsurlarını doğru bir biçimde oturtmaya çalışıyorum. Ne kadar başarılı olduğum tartışılır sadece çabamı anlatıyorum. Mekânı iyi bir biçimde aktarabilmek. Bunun için uğraşıyorum. Notlar alıyorum. Bazen görüntüden bazen konudan yola çıkıyorum. Her şeyin sonucu üslupla da örtüşüyor. Bir biçim arayışı içerisindeyiz. Hikâyeleri iyi bir biçimde okuyucuya sunmak durumundayız” ifadelerini kullandı.

Günün ikinci oturumunda “Sevgiyedir Tüm Öyküler, Değil Mi?” başlıklı söyleşide edebiyatseverlerle buluşan Ferda İzbudak Akıncı ve Aydoğan Yavaşlı, çocuk edebiyatına dair bilinmesi gerekenleri konuştu.

Çocuklara küçük yaşta ne ile uğraşmak istedikleri konusunda yol göstermek gerektiğini ifade eden İzbudak Akıncı, “Çocuklar ile yaptığım söyleşilerde her zaman şunu söylüyorum bende gençliğimde şiir yazardım diyenler aslında ondan vazgeçenlerdir. Hep başkalarını suçluyoruz bütün bunların sorumlusu biziz aslında. Çünkü bize erken yaşta nasıl bir hayat istediğimizi öğretmiyorlar. Ben şanslı çocuklardandım öğretmenim bana yazar olacaksın dediğinde daha 10 yaşındaydım. Kendi kendime öğrenmek zorunda kaldım. “Şiirle uğraşan var mı?” diye sorduğumuzda; piyano çalıyorum, keman çalıyorum diyenler var ama hiçbirisi bunla ilgili meslekler edinmek istemiyor. Demek ki biz çocuklara hiç ne olmak istediklerini ve nasıl yaşamak istediklerini sormuyoruz. Hatta sormadığımız gibi de sorduklarımızda birtakım dayatmalarda bulunuyoruz. Bu çok sakıncalı ama insanlar bunu edebiyat ile aşabilir. Ben romanlar okuyarak çok başka insanlara dönüşebileceğini düşünüyorum. Çünkü başka insanların yaşamlarını görüyoruz hikâyelerde. Edebiyat insanı ve toplumu anlatıyor o yüzden diyorum ki okumanın da önemi fazla sizin kendinizi nasıl bir yerde görmek istediğinizi hatırlatabilir okuduğunuz hikâye, roman” diye konuştu.

‘SEÇİCİ OLMALIYIZ’

Çocuk kitaplarında seçici olmak gerektiğinin altını çizen Yavaşlı, “Çocuk edebiyatını çok hafife alan var. Çocuklar için kitap seçerken seçici olmamız gerekiyor ama tabii şu da var; kitabı biz mi seçeceğiz yoksa yönlendirecek miyiz? Ben yönlendirmekten yanayım. Çocuk kitaplarında resim çoğaldı, ön plana çıktı. Metin azaldı. Bu yüzden okur çocuklar bakar çocuk oluyor” açıklamasında bulundu.

Alaçatı Öykü Günlerinin üçüncü etkinliğinde Meral Kaplan’ın kolaylaştırıcılığında gerçekleştirildi. “Edebiyat Sizi Yolculuğa Çıkarır” başlığıyla gerçekleşen etkinlikte Lütfi Dağtaş ve Mehmet Özçataloğlu bu yolculuğu örneklendirerek anlattı.

Edebiyatın hepimizi yola çıkarttığını söyleyen Dağtaş, “En yalın örnekten başlamak istiyorum. Duvar edebiyatından taşrada artık kuş uçmaz kervan geçmez harap bir köyde okuduğum bir duvar yazısı aynen şöyleydi; Aşk ilkokulda komedi, ortaokulda dram, lisede trajedi, imam hatipte haram. Bu hazin yazısı aynı zamanda içsel yolculuğumuzu da ateşler bizi sahraya sarar. Arkadaşımda söylemişti benim fotoğrafçı yanımla hareketle ilginç projelerimde söz konusu, böyle ilginç duvar yazılarının önlerinde durup fotoğraf çekme gibi alışkanlıklarım var. Bu bağlamda yine karşıma çıkmış, içsel yolculuğumu ateşlemiş, beni yine sahralara salmış bir diğer yazı ise şöyle; Seni benim gibi seven sana benim gibi hasret kalsın. Bedduanın derinliğine bakar mısınız? İşte bu derinlik yolculuktur aynı zamanda. Genel edebiyata baktığımızda da şiirden, öyküye, romana yıllar boyu beslenince ne zaman biteceği belirsiz bir yolculuk kaçınılmaz oluyor” şekline konuştu.

‘EDEBİYAT GÜÇLÜDÜR’

Oturumun başlığının çok uygun olduğunu dile getiren Mehmet Özçtaloğlu, “Edebiyat hepimizi yolculuğa çıkarttı. Örneğin beni buraya getirdi. Edebiyat güçlüdür karşında şahlar, padişahlar duramaz. Hanları yıkar geçer yeter ki biz o gücü kullanmasını bilelim. İyi bir edebiyat kitabını okurken heyecanlanırız. Yazarın hakikati arayışına tanık oluruz. Aslında bu bizimde arayışımızdır. Yazar arayışına bizi de ortak eder, yola koyar yolculuğa çıkarır. Ahmet Ümit “Edebiyat insan ruhuna yapılan yolculuktur.” der. Biz o yolculuğa çıkıyoruz. Yaşar Kemal ile Çukurova’ya gideriz, Abdi ağaya kafa tutan İnce Memed’i görürüz. İnce Memed çelimsiz kara kuru bir insandır. Ama o satırları okuduğunuzda devleşir gözümüzde, heybetli bir insan canlanır” ifadelerini kullandı.

Günün son oturumunda kolaylaştırıcılığını İz Gazete editörü Nil Kahramanoğlu’nun yaptığı “Biraz Öykü Sonrası” söyleşisi yer aldı. Söyleşide usta tiyatro oyuncuları Cengiz Toroman ve Orçun Masatçı tiyatrodan öyküye uzanan yolculuğa dair konuştu.

Tiyatroda da sinemada da insanlara kalan özün hikâye olduğunu aktaran Toroman, “Öykü çocukluğu” yaşadığını dile getiren Toroman, “70’li yılların başında rutin elektrik kesintileri olurdu. O günlerde insanlar birbirlerine hikâyeler anlatırlardı. Ben hikâyelerle büyüdüm. Hikâye benim için bir yaşadığımız bir de hayal ettiğimiz hayat var. Tiyatroda insanlara, olan hayatla birlikte olması gereken hayatı ya da hayal ettiğimiz hayatı da anlatıyorum. O yüzden hikâyeye dayalı oyunlarım var. Tiyatroda da sinemada da size kalan şey hikâye oluyor. Hikâye bizim yaşadığımız hayatı değil de yaşamayı hayal ettiğimiz hayatı ifade ediyor. Bazı şeyleri seyircinin hayal gücüne bırakarak anlatıyorum. Siirt’te bir gün ‘Anlatılan Senin Hikâyendir’ oyununu oynarken birkaç rolü aynı anda oynuyorum. Bir aşk sahnesinde seyircilerden bir kadın oyunu kesti. Çok şaşırdım. Kadın Adriana rolünü oynamak istediğini söyledi. Kabul edip sahneye çağırdım. Geldi oynadı ve hepimiz de çok eğlendik. Belki bu olay İzmir gibi bir yerde olsa şaşırmazdım ama Siirt’te olunca şaşırdım ve mutlu oldum. Oyun bittikten sonra yanıma bir delikanlı geldi ve keşke kadına Adriana rolünü oynatmasaydınız dedi. Neden diye sorduğumda ben kafamda Adriana’yı bambaşka biri olarak canlandırıyordum dedi. İşte bu yüzden tiyatroda hayal etmek çok önemli” diye konuştu.

‘KENDİMİ İFADE EDİYORUM’

Öyküyü kendini ifade etme biçimi olarak tanımlayan Masatçı, “Yaşadığımız dönemde kendimizi ifade etmek çok zor. Teknolojinin ve sosyal medyanın gelişmesi bizi çok dar ve kalıplı bir alana sokuyor. Biz bu alanda kendimizi ifade etmek için ancak birkaç cümle kurabiliyoruz. Dünyada olan her şeyi sanatsal bir bakış açısıyla biraz kurguyla kendi yaşadığımız şeyleri ifade etme olanağı arıyorsunuz. Ben bu olanağı öykü yazmakta buldum. Yazdığım öyküler genelde çalışan arkadaşlardan, yaşadığımız olanaksızlıklardan oluşuyor. Kendimizi ifade etmenin ne demek olduğunu biraz öykü biraz oyun yazmakta bulabiliyoruz. Kendimi ifade etmek için, öykülerdeki kahramanların yaşadıklarını gördüğüm için yazdım. Hepimizin hayallerinin bir gün gerçek olacağını bildiğim gibi, öykülerin de bizim hayatımıza başka bir kurgu katacağını düşünüyorum” diye konuştu.

‘HER SANAT ESERİ BİR HİKÂYE’

Her sanat eserinin bir hikâye barındırdığını söyleyen Toroman, “Herkes hayatım romandır der fakat yazarsan roman olur, yazmazsan yok olur. Hepimiz bir sürü şey yaşıyoruz gün içinde hangisini anımsamayı tercih ediyorsanız onu not etmenizi öneriyorum. Çünkü kaydettiğimiz şey hatırlamak istediğimiz şeydir. Her kesin eline kalem almasını isterim. Bence yazan insan defter kullanmalı. Günlük tutun yazmaya mutlaka bir yerden başlayın. Aslında her sanat eseri bir hikâye anlatıyor” dedi.

‘İNSANA DOKUNMALI’

İnsana dokunmayan bir eseri sanat olarak görmediğini belirten Masatçı, “Toplumda gördüğümüz şeylerin çok daha fazlasını insanlara sunamıyorsak yaptığımız şeye sanat demek ne kadar mümkün oluyor? İnsana dokunmayan, seyredenin hayatına dokunmayan, onunla gülmeyen iş bence sanat değildir. Birbirimize dokunabildiğimiz kadar üretebiliyoruz” şeklinde konuştu.

Panellerin sonunda sahnelenen “Aşkın Öyküsü” adlı Flâmenko gösterisi ise Alaçatılılara unutulmaz bir gece yaşattı.

Bu haber toplam 1018 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2005 Türkiye Turizm | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.